|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ve neden başlatıldı? "Gazeteciler banka hortumlamalarını neden yazmıyor" diye soran Ertuğrul Özkök ve ona hortumlama günlerinde ettiği "Bu laftan hiç hoşlanmıyorum" sözlerini hatırlatan Ergun Babahan... Bu iki "çıkış"tan çıkardığımız vazife doğrultusunda başlattığımız, "İki büyüklerin o günlerdeki gazetecilik tavrı" dizimizin sonuna geldik... Bugün, o günlerde "hortum meselesi"ne el atmak isteyen taze cumhurbaşkanına karşı Hürriyet ve Sabah'ın başlattığı "cenk"e göz atacağız...
19 Şubat 2001'de Milli Güvenlik Kurulu'nda yaşanan "Anayasa kitapçığı fırlatma" hadisesini hiçbirimiz unutmadık ama kavganın sabahında piyasaya çıkan gazetelerin manşetleri hafızalarımızdan silindi gitti. Oysa o manşetlere yansıyan gelişme kavganın asıl nedeniydi. Ama bağlantı o kadar ustalıklı bir şekilde gizlendi ki, kavgadan bir gün sonra olduğu gibi bugün de "kitapçık" hadisesi hakkında yazılan yazılarda o günkü gazetelerin manşetlerine hiç referans verilmiyor... MGK toplantısının yapıldığı gün, üç gazetenin manşetinde Cumhurbaşkanı Sezer'e bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) elemanlarının Ziraat Bankası merkez binasına gittikleri; bir oda isteyip yerleştikleri; incelemelerine başladıkları ve sırada Halkbank'ın olduğu yazıyordu. Hatırlayalım o manşetleri: Hürriyet: "Çankaya baskını", Akşam: "İlk baskın Ziraat'e", Yeni Şafak: "Batıkçılar sıkıştı..." Akşam'ın spotlarını da aktararak, o günkü toplantının nasıl bir atmosferde başladığını bir kez daha hatırlayalım: "Sezer'in batık bankaları incelemeye aldırması tartışılırken, Devlet Denetleme Kurulu müfettişleri Ziraat Bankası'na girdi. Son 10 yılın bütün dosyaları istendi. Köşk'le Başbakanlık arasında açıklama savaşı yaşanırken, Cumhurbaşkanı'nın talimat verdiği DDK müfettişleri Cuma günü Ziraat Bankası'nın kapısını çaldı. Ulus'taki genel müdürlüğe giden görevliler 'Son 10 yılın bütün hesaplarını ve dosyalarını getirin' dediler. Ardından tahsis edilen özel odaya kapanıp çalışmaya başladılar." Cumhurbaşkanı'nın girişimini "baskın" olarak niteleyen Hürriyet ise pek memnun değildi gelişmeden... Haberde, DDK'nın bu denetlemeyi yapmak için hukuki ehliyete sahip olup olmadığı özellikle didikleniyor, "uzmanlar"a şöyle dedirtiliyordu: "Ancak asıl önemli konu, bir bankanın (yemin etmemiş) bir kişi tarafından denetlenip denetlenemeyeceğidir. Bankalar Kanunu çok açık. Bankaları yeminli murakıplar denetler. DDK bünyesinde yeminli murakıp olmadığı hatırlanırsa, yemin etmemiş bir kişi, bir bankanın ticari sırlarını nasıl denetler? Sırlara ilişkin bilgi isteyebilir mi? İsterse verilir mi?'' Hürriyet'in ertesi gün (20 Şubat 2001) MGK'da, "Anayasa kitapçığı"nın fırlatılmasına yol açan tartışmanın başlangıcını nasıl yansıttığını da aktaralım... Hürriyet'e göre tartışma , Sezer'in şu sözleriyle başlamıştı: "Devlet Denetleme Kurulu'nu devreye sokmama tepki gösterip, 'Denetimin denetimi mi olur?' diyorsunuz. Beni kamuoyu önünde küçük düşürüyorsunuz. Yolsuzlukların üzerine gidilmesinden neden bu kadar rahatsız oluyorsunuz?"
'CENK' BAŞLIYOR...
Bu kavganın ilk sonucu, kavga sabahı gazete manşetlerine tırmanan 'kamu bankalarının incelenmesi ve ardından gelecek soruşturma'nın unutulması oldu... Halkbank'tan verilen krediler konusunda üç yıl boyunca sorumlu olan Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın bu kavgada aktif bir rol alması o günlerde gazete binalarında uzun uzun konuşuldu ama bunlar yazılmadı. Çünkü büyük basın hükümeti tutuyordu (bu işte "kredi" meselelerinin etkisi konusunda bir şey diyemeyiz ama RTÜK Kanunu'nun etkisi konusunda iddialıyız) ve "kavga"yı, Cumhurbaşkanı Sezer'i yıpratmanın bir aracı olarak kullanmayı tercih etmişti. "Kavga" ertesi iki büyük gazetenin izlediği hükümet yanlısı-Sezer karşıtı yayın çizgisini "delillendirmek" için özel bir çabaya girmeye hiç gerek görmüyoruz. İşin, kavgayı izleyen birkaç hafta içinde "Köşkün perdelerine, koltuk takımlarına" kadar uzandığını hepimiz biliyoruz... Sabah, ilk Hürriyet'in ortaya attığı "Sezer'in 500 milyarlık villası" meselesinde bir ara işi öylesine çığırından çıkardı ki, "Sezer haberleri"ni şu tür başlıklarla bile verdi: "Ya piyasayı çok iyi biliyor ya da yatırım danışmanı çok iyi...", "Ya iyi pazarlıkçı ya da emlakçısı profesyonel..." Hürriyet'ten Cüneyt Ülsever, o günlerde yazdığı bir yazıda krize şu teşhisi koymuştu: "Kriz vardır. Ancak kriz üslupta değil, gizlenmeye çalışılan kamu bankalarının geri dönmeyen kredilerindedir. Bu üç bankada son üç yılda 20 milyar dolar battığını hükümet de kabul etmektedir. Bu batak, 'görev zararı' adı altında saklanmaktadır." Hürriyet ve Sabah'ın "esas mesele"yi öne çıkarmak gibi bir derdi olmadığı için, hatta elden geldiğince perdelemek gibi bir dertleri olduğu için o günlerde Cumhurbaşkanı Sezer'e karşı bir mücadele organı görünümünde yayımlandılar. Bugün "hortumcuların üstüne neden gidilmiyor, meslektaşlar neden yazı yazmıyor" sorusunu göğsünü gere gere sorabilmek için o günlerde böyle gazetecilik yapmamak gerekirdi. Yani: "Haklısınız ama ikna gücünüz sıfır..." (A.G.)
Görmemişin bir 'kamuoyu araştırması' olmuş, tutmuş...
Milliyet'te bir haftadır yayında olan "Türban Dosyası"sını duymayan kalmamıştır herhalde... Gazetenin Tarhan Erdem'in yönetimindeki bir şirkete şiparişi olan bu kamuoyu araştırması hakkında geçen hafta gazete ve televizyon kanallarında çok konuşuldu. Söz konusu "dosya"nın yayını -"Araştırma" sonuçlarının sonu gelmiş olsa da- konuya ilişkin röportajlarla hâlâ devam ediyor. Herhalde birkaç sayı da böyle geçecek... Okuyanlar hatırlayacaktır; "dosya" henüz tazeyken Kronik Medya'ya da konu olmuştu. "Bakalım türban 'masadan' ne halde kalkacak?" başlıklı değerlendirmemizde Milliyet'in bu girişimini ve yayınını bir yandan toplumu "bilgilendireceği" için olumlu karşılarken, "masaya yatırılan" türban meselesini bekleyen sonu merak ettiğimizi hatırlatmayı da unutmamıştık...
YENİ BİR BULGU YOK
Peki bu yayın hakkında -"Araştırma" sonuçlarının yayımı son bulduğuna göre- bugün ne diyebiliriz? Bize göre Milliyet'in "Türban Dosyası", beklentilerin aksine, ortaya yeni bilgiler ya da "bulgular" koymamıştır. Araştırma'nın Milliyet'te yer alan bölümleri, dört yıl kadar önce Prof. Binnaz Toprak ve Doç. Ali Çarkoğlu'nun birlikte gerçekleştirdikleri araştırmanın ortaya çıkardığı sonuçlardan fazla bir şey öğretmemiştir. Dolayısıyla Milliyet'in araştırması, Toprak-Çarkoğlu araştırmasının dört yıl önce özellikle "türban"ın toplum tarafından nasıl değerlendirildiğine ilişkin verdiği bilgilerle pek çok çevrede yol açtığı büyük "depreme" de neden olmamıştır... Ayrıca, burası yeri değil ama, şu hususu da hatırlatalım: Benzer sonuçlara ulaşan bu iki farklı araştırmanın "türban sorunu"na ilişkin çıkardığı sonuçlar da birbirinden çok farklıdır. Milliyet'in araştırmasını yöneten Tarhan Erdem'in bu "soruna" (ve tabii "yasağa") atfettiği önemle, ilk araştırmanın müelliflerinin (nitekim Ali Çarkoğlu'nun bu yöndeki düşüncelerini birkaç gün önce CNN Türk'te yayınlanan "Söz Sizde" adlı tartışma programında bir kez daha öğrenmek fırsatımız oldu) atfettiği önem çok farklıdır. Biz dönelim tekrar Milliyet'e: Gazetenin 2 Haziran tarihli sayısının "Türban Dosyası"na ayrılan bir sayfasında Milliyet Haber Müdürü Doğan Akın'ın "Dizi dizi inciler" başlıklı bir değerlendirmesi yer alıyor. Akın, bir "ara sıcak" toparlama yaparak, "Türban Dosyası"na ilişkin basında yer alan değerlendirmeleri değerlendiriyor. Bir iki satırlık bir değerlendirme de değil; "dosya"ya ayrılan iki sayfanın birisini tamamen kapatmış bir değerlendirme... Akın'ın ilk değerlerdirmesi şöyle: "Türban Dosyası Türkiye'nin gündemine oturdu. Övgülerin yanı sıra hemen her görüşten gelen tepkiler, Milliyet araştırmasınının tarafsızlığını da kanıtlıyor." Biraz tuhaf bir "tarafsızlık kanıtı" değil mi sizce de? "Herkes bizi eleştiriyor, demek ki çok tarafsızmışız!" gibi bir akılyürütme ne derece doğru?.. Neyse, bu da o kadar önemli değil; biz gelelim asıl, Akın'ın araştırmaya gelen tepkileri nasıl değerlendirdiğine:
BU NE ÜSLUP
Milliyet Haber Müdürü'nün gazetesinde yayımlanan araştırmaya gelen eleştirileri değerlendirirken haddinden fazla "sarkastik" bir üslup kullandığını gözlemliyoruz ki, doğrusu çok şaşırtıcı... Önce Vakit gazetesinden gelen tepkilere cevap veriyor. Müdür'ün birkaç satır alıntı yaptığı bu tepkilerle ilgili yorumu şöyle son buluyor: "'Vaka bir uzman teşhisi gerektirse de, Allah'tan ümit kesilmez' demek ayıp olur. Kendi ifadesiyle, nasıl 'ahmak' olunamayacağını öğrenmiş bulunarak Karakaya'yı geçiyoruz." Vakit yazarlarından sonra sırada Radikal'den Nuray Mert var. Müdür, "Mert bakın ne kadar sert" türü "kelime oyunları"nı da ihmal etmeden, Radikal yazarının ciddi bir iki eleştirisiyle de gırgırını geçiyor. Mesela şöyle: "Meslekten gazeteci olmasa da işin ciddi ciddi tekniğine girmiş Nuray Hanım, tamam da, insan hiç olmazsa sayfa düzenini beğenir yani!" Zaman'dan Tamer Korkmaz'ın Milliyet'in bu yayınıyla bir yandan da "kurulu düzeni daha fazla üzmeyelim kaygısıyla dengeciliğe yöneldiğini" (ki bizce de pek yerinde bir eleştiri) söylemesi de, Müdür açısından bir başka mizah konusu: "Zaman Gazetesi toplantılarında hiç şöyle konuşmalar oluyor mudur: - Evet, bir gün ağlayalım, bir gün gülelim. Bugün hangi bölümü veriyoruz? -Dün kurulu düzeni üzdük, bugün sıra düzeni mutlu edecek dengeleyici bölümde!" Haber Müdürü tahmin ettiğinizden de neşeli.... Sonra sıra Kronik Medya'da yer alan yazıda. Akın, bu bölüme "Yasakçılarla 'körebe' oyunu" başlığını uygun görmüş. Söz konusu yazıda Belma Akçura'nın "birinci gün değil", ikinci gün yayımlanan röportajının öğretici bulunması Haber Müdürü'ne şu yorumu yaptırmış: "(Kürşat) Bumin, türbanlılarla konuşmasını 'öğretici' bulduğu Belma'nın ilk röportajına 'ihtiyaç fazlası' muamelesi yapıyor. Çocukken dayak da atılarak örtünmeye zorlanan bir kadının direnişini görmek istemeyen Bumin, gözlerini gerçeklere kapatan yasakçılarla 'körebe' mi oynuyor?" Milliyet Haber Müdürü'nün gazetesinin yayımladığı bir araştırmaya basından gelen tepkiler karşısında nasıl tepki gösterdiğini olabildiğince geniş aktardık, çünkü üslübu gerçekten çok şaşırtıcı... Bu üslup bir haber müdürünün üslubu olamaz. Haddinden fazla "polemik", hatta zaman zaman "şımaran bir üslup... Anlaşılan o ki "mutfak"ta çalışmak artık kendisine az geliyor. Eğer "körebe" oynamaya bu kadar meraklıysa, kendisine önerimiz tez elden bir "köşe" tutmasıdır... Gazetesinin kırk yılın başında bir araştırma yayımlaması haber müdürü olarak onu o derece mağrur kılmış ki, "türban" sorununun altından "sosyoloji"yle kalkılamayacağı aklına bile gelmiyor... Ne diyelim; Görmemişin bir "kamuoyu araştırması" olmuş, tutmuş... (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |