AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
İşkenceye karşı elinizi tutan mı var? Var mı?

Artık laftan bıktık usandık… Haber siteleri ve bazı gazetelerin haberleri arasında şöyle bir dolaşıp, eğer görmek de isterseniz bir yığın işkence, kötü muamele, baskı, usulsüz yargılama, zaman aşımı dolayısıyla işkencecilerin dosyalarının kapanması vesaire olayıyla karşılaşırsınız.

İçiniz kararır. "Yeter artık" dersiniz. "Laftan bıktık usandık, bir icraat, bir icraat görelim şu işkencenin ortadan kaldırılması için!"

Herkes konuşuyor ama, Başbakan geçenlerde valilerin karşısında ne dedi:

"İşkencenin kökünü kazıyacağız" demedi mi?

Nasıl kazıyacaklar acaba? Bir plan ve programları, bir hedefleri var mı? Çok merak ediyorum. Yoksa öyle temenni niteliğinde mi söylüyorlar? İşte, insan hakları örgütlerinin raporları ortada. Karaollarda kötü muamele –yani işkence–, gözaltında ölüm, insanlık dışı davranışlar, baskılar devam ediyor.

Azalma yok. Olağanüstü Hal'in kaldırıldığı bölgelerden gelen haberler de öyle.

Olağanüstü Hal döneminde durum neyse o… Bunun böyle olması da çok normal.

Olağanüstü Hal kaldırıldı ama olağanüstü valilik makamı da, kadrolar da hala yerli yerinde duruyor. Anlayışlar da, kafalar da yerinde…

Ankara'da zaman zaman birileri konuşuyor:

"Vatandaşa insan muamelesi yapılması…" "Gözaltındaki sanıklara CMUK'un uygulanması…" Haa, bir de Emniyet Genel Müdürü ve Adalet Bakanlığı tarafından güvenlik görevlilerine seminerler, eğitim progranmları düzenleniyor.

"Sanığın hakları şunlar şunlardır, sakın vatandaşa kötü davranmayın, işkence yapmayın…"

Yaparlarsa ne olacak?

Hiçbir şey… Bir kere değişen onca yasaya rağmen bir işkenceci hakkında dava açılması hala çok zor bir şey. Önce amirinin sonra da savcının bu konuda kararlı olması lazım… Sonra da mahkemenin… Askerlerden hiç sözetmiyorum. Onların kimlik tesbitini yapmak dahi mümkün değil…

"Hiçbir savcı, üniformalı bir güvenlik görevlisini ifade vermeye çağıramaz."

Bu lafı yıllar önce Silopi'de görevli bir genç savcı, çaresizlik içinde ellerini iki tarafa açarak söylemişti. Bunca yıl geçti değişen bir şey yok.

Af Örgütü'nün son Türkiye raporu insan hakları ihlallerinin ve işkencenin sistematik bir şekilde sürdüğünü belirtiyor. Sivili askeri güvenlik güçleri bunun en büyük sorumlusu. Onlara cesaret veren ve bu fiillerine devam etmelerini sağlayan da amirleri, yöneticileri… Bir de adalet mekanizması… Artık tamamen polisleşmiş, hatta yer yer emniyet güçlerinin denetimine girmiş savcılık makamı ve mahkemeler…

Işte bazı son örnekler:

İşkenceden ölen Faruk Tuna'nın davası 23 yıl sonra zamanaşımı nedeniyle kapatıldı.

İstanbul'da 1980'de pankart asmaktan gözaltına alınan ve işkencede ölen Faruk Tuna'nın dosyasında ilk dava 1988'de açıldı. 4 yıl ve 5 ay ceza alan Sinan Yalçın, 1990'da cinayete karışan beş polisi açıkladı. Bu sanıklar 1995'te beraat etti. Karar 1997'de bozuldu. Yeni yargılama 2002'de bir polisin mahkumiyetiyle sona erdi. Dosya tekrar Yargıtay'a gitti.

"8. Ceza Dairesi de 15 yıllık zamanaşımının çoktan dolduğu gerekçesiyle dosyayı kapattı. Aile konuyu AİHM'e taşıdı." Ama ne fayda, mesele Türkiye'deki adalet bürüokrasisinin labirentlerinin aşılamamış olması. Böyle daha bir sürü zaman aşımına uğramış ve uğramayı bekleyen dava var. İşkencecilere adeta, "Yola devam çocuklar, biz arkanızdayız" deniyor. Sorumluluğu idarenin üzerine atamazsınız. Sorumluluk yargı makamında…

İşkencenin kökünü nasıl kazıyacaksınız sayın Başbakan?

Bir başka örnek dünkü Radikal'den:

Elbeyli Kaymakamlığı'nın, memurlar için zorunlu tuttuğu 'Asılsız Ermeni Soykırım İddiası' konferansında öğretmen Hülya Akpınar, Yard. Doç. Mehmet Kabacık'a soruyor: "Güçlü Ermeni lobileri soykırımı kabul ettirirse, Türkiye'nin politikası ne?"

Öğretim üyesi kılıklı zorbanın yanıtı: "Sen de kim oluyorsun, hangi sıfatla soruyorsun?"

Kaymakam: Akpınar ve beş arkadaşı hakkında tutanak tutturuyor.

Savcılık: Öğretmenleri 2 Haziran'da okuldan aldırarak mahkemeye çıkarıyor.

Yargıç: Akpınar'ı 1,5 milyar kefaletle tahliyesine karar veriyor. Öğretmen ödeyecek parayı bulamıyor, geceyi cezaevinde geçiriyor.

Olayın saçmasapanlığını bir tarafa bırakıyorum. Çünkü herşey yanlış… Ve her aşaması hükümeti ilgilendiriyor. Asıl bu konuda okullara kompozisyon ödevi mecburiyeti getiren Milli Eğitim Bakanı'na ne demeli? Savcı ve yargıça bakar mısınız? Hemen, yargılamadan asmaktan yanalar. Karga tulumba tutanak, tutuklama talebi ile mahkemeye sevk, tutuklama kararı. Tutuklama kararının çok dayanaksız ve anlamsız olduğunu yargıç da anlamış olacak ki kefaletle tahliyeye çeviriyor.

Soru sormak ne zamandan beri suç oldu?

Burada bağımsız bir yargı makamı olsa, üğretmen hakkında dava bile açılamazdı.

İşkenceyle mücadele için hamasi laflar, iyi niyetli genelgeler ve emniyet görevlilerine eğitim kursları vermek yeterli değil. Adalet mekanizması biran önce, insan haklarına saygılı ve işkenceye müsamaha göstermeyen bir anlayış değişimine tabi tutulmalı. Eğer işkencenin kökünü kazımak istiyorsanız –ama gerçekten istiyorsanız– elinizi tutan yok. Meclis çoğunluğu sizin…


5 Haziran 2003
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED