|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Irak'ta savaş bittikten sonra ortaya çıkan durumda en şaşırtıcı olan yön ABD'nin karşılaştığı yerel ve global itirazlar değil; esas sorun o itirazların artık duyulmaması... Savaşla ilgili en ciddi eleştiriler medyaya dönüktü; işgalle birlikte ortaya çıkan medya düzeni önceki durumu aratacağa benziyor... Washington'daki 'savaş lobisi'nin en önemli isimlerinden Paul Wolfowitz'in, "Kitle imha silâhlarının varlığı bizim için yalnızca bir propaganda unsuruydu" anlamı taşıyan sözlerini, dünya, yarım yamalak duydu; aynı kişinin, Singapur ziyareti sırasında kendisine yöneltilen "Neden Kuzey Kore'ye Irak'tan farklı muamele yapıyorsunuz?" sorusuna verdiği "Olayı basitçe anlatayım: Kuzey Kore ile Irak arasındaki en önemli fark, ekonomik olarak, Irak'ta bizim fazla bir seçeneğimiz yoktu; ülke petrol denizinde yüzüyor" cevabını ise neredeyse kimse duymadı. İki Alman gazetesi ve bir İngiliz muhalif gazete. O kadar... ABD, öyle anlaşılıyor ki, savaş öncesi ve sırasında yaşadığı zorlukları medyada 'aykırı' seslerin de kendilerine yer bulabilmesiyle irtibatladı. Savaş sonrasında, bir yandan varolan muhalifleri 'marjinal' hale getirme, söyleyip yazdıklarını değersiz gösterme çabası seziliyor; bir yandan da medyanın sermaye yapısıyla oynayıp bildik ellerin tekeline bırakılması sağlanıyor... Şimdiye kadar çıkan farklı sesler, ABD ve bazı müttefiklerinde, bir süre sonra iyice işitilmez hale gelebilecek... İtibarlı bir uluslararası edebiyat ödülünün sahibi romancı Arundhai Roy, geçen hafta bir Amerikan televizyon tartışma programına katıldığında, sunucu, müstehcen veya şiddet içeren rahatsız edici sahnelerin yer aldığı filmler için kullanılan bir uyarı diliyle sözüne başladı: "Roy'un söyleyeceklerini dinlemek zorunda değilsiniz, ancak dinleyecek olursanız, muhalefetin bazen garip paketler halinde geldiğini de bilmelisiniz..." Hintli muhalif romancının söylediği, Washington'un savaş politikalarını sert bir dille eleştirmekten ibaretti yalnızca... Bu garip davranışı öğrendiğim kaynak, savaştan önce Bağdat'ı ziyaret eden ünlü artist Sean Penn'in, görüşlerini kitlelerle paylaşmak için cebinden 125 bin dolar ödemesi gerektiğini de kaydediyor. Penn, Washington Post'ta bedeli mukabilinde ilân olarak yayınlatabilmiş görüşlerini... Bir süre sonra, üzerleri çizildiği için Hollywood'ta iş bulamayan Senn gibiler, ya paraları kalmadığı ya da bedelini ödeyebilse bile reklâmları kabul edilmediği için iyice unutulmaya terk edilebilir... Durum, Türkiye'de ABD'deki kadar vahim değil. Hiç değilse şimdilik değil. Ancak, ABD'de uygulanan taktiklerin bize de taşınmaya çalışıldığını görmemek için kör olmak gerekiyor. Televizyon programları tek taraflı yapılmaya başlandı. Köşeleri babalarının malı gibi kullanan kalemler, geçmişte kalmış olayları her dâim sıcak tutarak, belli kişiler üzerinden savaş lobisi adına hesaplaşmayı sürdürüyorlar. Bu arada, herkesi çok yakından ilgilendiren ciddi konular yerine, incir çekirdeğini doldurmayan ayrıntılarla zihinler çelinmeye çalışılıyor... ABD ve pek çok ülkede, medyayı tek sesli hale getirerek, muhaliflerin marjinalleştirilmesi amaçlanıyor, bu tamam; ancak kitlelerin istendiği biçimde yoğrulamadığı da dikkatlerden kaçmıyor. Dün gazetelerde ayrıntılarıyla yer alan 'PEW' adlı kuruluşun 21 ülkede yaptığı kamuoyu araştırması, George W. Bush ve ABD'nin dünyanın hiçbir yerinde sevilmediğini ortaya koydu. Altı aydır Washington şahinleri adına kafamızı şişirenler, Türk halkının büyük çoğunluğunun kanaatlerini yoğurmayı da başaramamış; PEW araştırması bunu da açığa vurmuş oldu... Tersine, halk, savaştan beri televizyonların haber programlarını daha az izliyor, gazetelerin yazdıklarına ise itibar etmiyor. Zaten gazetelerde, dünya ve Türkiye'nin gerçek gündemi yerine, ıvır zıvır haberler daha geniş yer buluyor... Muhalif seslerin daha fazla duyulması, 'aykırı' seslere yer veren gazetelerin daha yaygınlaşması gereken tehlikeli bir ortamdan geçiyoruz
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |