|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Geçen hafta yazdığımız üzere Türkiye'nin dinî ve kültürel mirası kadar, İstanbul'un da "kendi ellerimizin eseri" olarak tahrip edildiğini yazmıştık. Ve yazıda, Sultan Fatih'in medreselerinin nasıl mezbelelik olduğunu ifade etmiştik. Bir okuyucumuz, bu yazıyı 80'li yılların sonlarına kadar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Sayın Bedreddin Dalan'a iletmiş ve o da çok duygulandığını ifade etmişlerdi. Bunun üzerine, öğle yemeği davetine icabetle, İstanbul'un tarihî ve kültürel varlıkları üzerinde sohbet etme fırsatını bulmuş olduk. Sayın Dalan'ı duygulandıran husus, 60'li yılların başında Vakıflar Yurdu'nda kalmış olmaları ve buranın şu anda harabe halinde bulunması olmuştur. Meğerse, biz de aynı yıllarda aynı yerde kalmışız. Kendileri "Akdeniz Bloku"nda, biz de "Karadeniz Bloku"nda kalıyorduk. Kırk yıl sonra bir araya gelince, ortaya "yurt arkadaşlığı"mız tescil edilmiş oldu. Sayın Dalan, bu ilk kaldığı yerin, onarım, bakım ve tekrar yurt haline ve bir kültür merkezi haline dönüştürülmesi için, kendine düşen bir görev olursa, bunu memnuniyetle ifa edeceğini, samimî bir dille ifade ettiler. (Kültür Bakanlığı, Vakıflar veya intifa hakkı olanlara duyurulur.) Bu tür kültür tahribatı üzerinde dururken, aynı saatlerde Sur İçi tarihî yarımadayı kurtarmak için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Gürtüna , Fatih Belediye Başkanı Sayın Eşref Albayrak ile Eminönü Belediye Başkanı Sayın Lütfi kibiroğlu, bir basın toplantısı yapıyorlardı. Basından öğrendiğimize göre, üç başkan "tarihî yarımadayı" nasıl kurtarırız diye gereken çalışmalar hakkında "kamuoyu"nu aydınlatmışlardır. Fakat, toplantının eksik olduğunu sanıyoruz. Zira "Sur İçi İstanbul" için, bir de Eyüp ile Beyoğlu'nun da dahil olması ve Sayın Ahmet Genç ile Sayın Kadir Topbaş'ın da bu tür toplantılarda yer alması gerekirdi. Çünkü, genel tahribat ile kültür erozyonu her yerde sürmektedir. Bunun çözümü de "siyasal birliktelik" ile sağlanmış olur, kanısındayız. Fakat, "siyasal manzara" farklılık gösteriyor. Dört yıl önce yapılan "yerel seçimler"de, Fazilet Partisi'nden seçilen başkanlar, şu anda ayrı parti zihniyetlerinde hizmet ettiklerini ifade ederken, İBŞB Başkanı "bağımsız" bir başkan olarak durmaktadır. İstanbul'un çoğu ilçe belediye başkanı AK Parti'de iken, bir kısmı Saadet Partisi'nde, onların hizmet beklediği İBŞB Başkanı'nın bağımsız olması durumunda İstanbul'un sorunlarının çözümü mümkün olmamaktadır. Demek ki,bu işin temelinde bir hata veya bir yanlış tercih olmuştur. Çünkü, AK Partili ve SP'li başkanlar, tamamiyle "Milli Görüş" ve "Adil Düzen" diye diye dil döküp, halktan oy almış değiller miydi? "Temiz Yönetim" ve "Temiz Eller" sloganı altında şimdi Başbakan Sayın Erdoğan'la, İstanbul'u karış karış dolaşıp seçmenden hizmet yetkisi alanların bugün, ayrı kulvarlarda, ayrı hizmet sesleri vermeleri, İstanbul'un çözüm bekleyen acil ve kalıcı sorunları karşısında inandırıcı özelliklerini kaybetmelerine sebep oluyor. Sonuçta da parti farklılığı, hizmetlerin eşitçe mücavir alanlara yansımasına engel olmuş olur. Değil mi ki, belediye başkanları tarihî dokuyu bozan binalar ile, beş-altı katlı işyeri ve oteller birer beton yığını halinde, eski eser ve dinî yapıları gölgelemektedir. Ve bunların hangi kanaldan ve makamdan "ruhsat" aldığı veya kimler tarafından yapımına göz yumulduğu açıklığa kavuşmadıkça, kültür ve sanat varlıklarının "tahribatı" sürüp gidecektir. Bunun ne tür bir tahribatın ürünü olduğunu görmek için, başkanların "basın toplantısı"ndan önce, geceleri "tebdil-i kıyafet"le dolaşmaları, mesaî saatleri dışında ve tatil günlerinde eskiden olduğu gibi halkın içinde " sivil" bir görüntü altında, etrafı bir bir gözetlemeleri gerekir. Ondan sonra kimlerin, kimlerle, ne tür bir ilişki ile, işlerin üstesinden geldiğini görür de, "ihaleci ve taşaron" ilişkisinin ne tür bir "sömürü çarkı" içinde geliştiğini "ayne'l-yakiyn" anlamış olurlar. Yoksa, toplantı ile, bir sürü hamasî nutuklar ile bir yere varılamaz. Seçim meydanlarında ne söylenmiş ve hangi siyasal çizgide seyr edip, takip edilmesi gereken rota ne idiyse, ona göre "birlik ve dirlik içinde" beledî hizmetleri ifa etmek gerekir. Hele, İstanbul gibi, bir kültür ve uygarlıklar merkezi olan "Mahmiye-i Kostantiniyye"de başkanlık yapmak, "Kutsal Emanetler"in bize miras bırakılmasına vesile olanlarla haşr olmayı çabuklaştırır. Bu bakımdan, Fatih'in bize miras bıraktığı "Dersaadet"i gelecek nesillere mamur ve müreffeh bir şehir olarak teslimi bir hizmet-i imaniye olarak algılamak gerekir. Onun için de, herkeste bir imar ve ihya aşkı ile, maddî ve manevî kültür değerlerimizi korumak yarışında, "İstanbullu beyefendi ve hanımefendiler"e ne kadar muhtaç olduğumuzu, şu "beylik laflar"dan sonra daha çok ihtiyaç duyduk. Sağlık Bakanı'na not: Sayın Bakan;
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |