AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Mütehassıs mı, mütehassis mi?!?

Geçenlerde İstanbul'da muhakkak bir "Mezar Taşları Müzesi"nin kurulması gerektiğini teklif eden birkaç yazı yazmış, yetkililer müstesna hem okurlardan, hem de erbabından gayet sitayişkâr mektuplar almıştım. Herhalde farkında olmaksızın bu sahaya vâkıf (!) olduğum izlenimini verecek bir edâyla yazmış olmalıyım ki sitayişlerin hem miktarı hem de muhtevası benim pek alışık olmadığım seviyede bir ciddiyet (!) kazanmaya başladı. Ben de çaresiz ilgili zevata meselenin zannettikleri gibi olmayıp benim bu sahanın "mütehassısı" değil, sadece "mütehassisi" olduğumu, bu nedenle de yazılarımı "ihtisasıma" (uzmanlığıma) binaen değil, bilakis şahsî "tahassüslerime" (duygularıma, duygulanımlarıma) istinaden kaleme aldığımı itiraf etmek zorunda kaldım. (Malum-i âliniz ilki has'tan, husus'tan, ikincisi his'ten türemiştir.)

Eh ne yalan söyleyeyim bazen şöyle bir bakıyorum da yazdıklarımın çoğunun ihtisastan çok tahassüslerin sevk-i tabiisi ile yazılmış şeyler olduklarını görüyorum. (Abdurrahman Çelebiliğin her zaman küçümsenir işlerden olmadığına inandığımdan bu sözlerimin sade bir tevazu marifetine hamledilmesini de istemem doğrusu.) İhtisas, yani herhangi bir konu ya da meseleye vâkıf olmak önemsenmeli, bunda hiçbir kuşku yok! Ancak 'ihtisas' demek 'hassasiyet' demek değil, bu da bilinmeli...

"Mütehassıs olduktan sonra, mütehassis olmaya ne gerek var?" diyecek olanlar çıkabilir; zira "ihtisas" bilgi işidir, objektiftir, ihtisasta his ve duyguların yeri yoktur. Peki "tahassüs" böyle mi? Hayır, o tamamen indîdir, şahsîdir, subjektiftir. Biri aklın, bilginin alanı, diğeri hislerin, duygunun alanı... birinden sıradan bilim, diğerinden sıradan sanat doğuyor. Sıradan bilim adamı bildiği konunun mütehassısı, sıradan sanatçı ise gördüklerinin mütehassisi...

Marifet işbu iki yetiyi biraraya getirmekte... hem aklı hem de hisleri eylemin temeline yerleştirmekte... Hiç kuşkusuz bu o kadar kolay başarılabilecek işlerden değil... Çünkü bu, bütünü görmek için çabalamayı, bütüne ulaşmayı, bütünü görecek bir yerde durmayı, bütünü görenlerin yolundan gitmeyi gerektiriyor.

Uzmanlar (bilimadamları) "bütün"ü göremezler; onlar bir şeyin, bir meselenin, bir konunun, bir alanın uzmanıdırlar; onlar iyi ya da kötü sadece bir şeyi bilirler; zira sadece 1 ya da 1000 parçanın uzmanıdırlar. Nicelik olarak bu parçaların sayısının artaması parça'yı parça olmaktan çıkarmaz. Bir kimsenin hem tarihçi, hem iktisatçı, hem jeolog olması, onu parça uzmanlığından kurtarmaz. Parça'nın parça oluşu niceliğine değil, niteliğine bağlıdır da ondan! Parça bütüne nisbetle parçadır.

Acaba "bütün" ya da "tüm" parçalardan hareketle elde edilebilir mi?

Aslâ, bütüne tümevarım yöntemiyle ulaşılamaz! Bütün, ancak kendisinde ve kendisinden hareketle görülebilir. Oysa bilim tümevarım yoluyla nesnelerle ilişki kurar. Bilimadamı da güya tüme varmak için parçaları toplamaya çalışan adamdır. Tümevarım tüme varmanın yolu değil, tüme varacakmış sanısıyla yola çıkmanın adı... Henüz tüme varmış bir tek, evet bir tek bilim adamına rastlamadı insanlık tarihi...

Bütünü acaba nasıl ve nerede bulabiliriz, şayet parçalardan yola çıkmak yolu da bizlere kapatılmışsa?!?!?

İşaret etmiştik biraz önce: Bütün, ancak kendisinde ve kendisinden hareketle görülebilir! Biraz daha açalım: "Bütün" ancak peygamberî bir bakışla görülebilir; "bütün"ü ancak bir Peygamber görebilir! Çünkü "bütün"e ulaşılmaz; "bütün" verilir! "Bütün"e delil aranmaz, aransa da bulunamaz, bilakis "bütün"ün kendisi bizatihi her şeyin delilidir.

"İslamcılık" sanatının en büyük sorunu da burada başlıyor; zira İslamcılar muhalifleriyle aynı yerde ikamet etmeye başlar başlamaz "bütün"ü kaybettiler. Şimdi parçalardan hareketle içinde yer alabilecekleri sözde bir bütün kurmaya uğraşıyorlar ve fakat bir türlü maksatlarına ulaşamıyorlar. Geldikleri nokta, "bırakalım dağınık kalsın" demekten ibaret. Çoğulculuğun cazibesi de burada değil mi zaten? Nitekim "Herkes istediği gibi düşünsün!" demek, "Kimsenin elinde bir bütün olmadığına göre herkes kendi parçasının içinde mutlu olmaya çalışsın" demekle eş değerde.

Bu ortam iki tipe yol veriyor: bilimadamlarına ve aydınlara... Birinciler parçaların bilgisine sahip olduklarından parçacıklara hizmet veriyorlar. İkinciler ise çok daha büyük parçalar üretip "bütün" yerine bu sözde büyüklükleri pazarlıyorlar.

Birinciler bilgindir, hakları yenmemeli; ikinciler bilgiçtir aslâ kanmamalı! Az kalsın unutuyordum, bir de bilgeler var, en azından olmalı, varsa şayet asıl onları bulmalı!


14 Haziran 2003
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED