AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Şiirin ağır görevi: Şiirolmak!(*)

Şiir, oluştuğu dil içinde hassas bir denge arayışına sahip çıkmak durumundadır. Bazen, yanlış yerde kullanılan bir kelime veya şairin rafine hassasiyetinden vereceği bir miktar ödün, şiirin bütünlüğünü bozmaya, dengesini alt-üst etmeye yeter.. Şiiri, 'şiirolmak'tan çıkarır!

Bu dengenin yegâne ölçütü, estetik kategori kulvarıdır.

Biz, bir şiiri okuduğumuzda, gerek o şiirin varlık/varoluş bütünlüğünü algılarken, gerekse hakkında herhangi bir yargıya ulaşıp beğenimizi izhar ederken, elimizdeki tek dayanak noktası, yine estetik kategorilerdir.

Estetik algı, bir taraftan, şiire asal görevini hatırlatır, diğer taraftan, şiirin, kendisi olmak/kalmak dışındaki muhtemel tüm yönelimlerinin önünü keser. Şiirin 'biricik'liğini hem sağlar, hem duyumsatır.

Dünden bugüne, şiir için en büyük tehlike ve handikap, kendi varlık/varoluş nedenlerini in-estetik yörüngelere teslim etmesi ve bu yörüngelerin algı biçimleriyle değerlendirilmesi olmuştur. Böyle zamanlar, şiir için kritik dönemlerin başladığı, eğer atlatılamazsa şiirin giderek kıyılara çekildiği ve dolayısıyla derin kriz işaretlerinin alındığı süreçlerdir.

Oysa bir şiiri değerli ve anlamı kılan şey, öncelikle o şiirin 'şiir' olması, yani saf bir hâlde estetik varlığını ifade etmesi ve koruması, ontolojik dünyasını zaafiyete uğratması muhtemel her türden kan uyuşmazlığına uzak ve yabancı kalmasıdır.

Sokaktaki insan, şiire, 'şiirolmak' dışında herhangi bir misyon biçmekte son derece eli açık davranabilir. Kimi kendi ideolojisinin, dünya görüşünün, politik manevralarının, inanç sferinin kalkanı, sözcüsü gibi görür şiiri; kimi içgüdülerinin, saplantılarının, sapkın arzularının sıradan bir taşıyıcısı gibi.. Kimiyse, şiire, dünya kurtarıcılığı rolünü verir ve bunu yaparken, harflerden oluşan bir metne, fazlasıyla önem ve öncelik verdiğini zanneder.. Elbette bütün bu ve benzeri yaklaşımlar, şiirin estetik kaygusunu bilmemekten, görmemekten, daha doğrusu şiire 'şiir' olarak bakmamaktan gelen gülünç arayışlar sınıfındandır.

Bana sorarsanız, yine de sözünü ettiğimiz yönelişler, bir yerde mâzur sayılabilir; zira, sokaktaki insanın, şiirin poetik bilgisinden bîhaber kalışı ve bu bakımdan, şiiri, şiir-dışı alan ve süreçlerle irtibatlandırışı normaldir.

Ama aynı yaklaşım türlerinin bizatihî bazı şairleri de kuşattığı düşünülürse, ne denir? Şu denir: Yandı gülüm keten helva!..

Sözün özü, şiirin misyonu 'şiirolmak', 'has şiir' olmak; şairin, 'has şair'in misyonu ise şiir yazmak, 'has şiir yazmak' olmalıdır..

Lütfen, keten helvaları yakmayalım!..

________________

(*) Strasbourg'daki "Türkçe'nin Uluslararası 5. Şiir Şöleni"nde "Şiir atelyesi" başlıklı poetik toplantının "Şiire Görev Biçmek (Şairin ve Şiirin Bir Misyonu Var mıdır?)" alt başlığıyla ele alındığı birleşimde sunduğum metindir.


17 Kasım 2003
Pazartesi
 
İHSAN DENİZ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED