AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Hortum kanunu' Hürriyet'te
çok ilginç bir saflaşma yarattı

Hükümetin hazırladığı "Hortum Kanunu" tasarısı Hürriyet'i böldü: Tasarıya baştan beri destek veren Genel Yayın Yönetmeni Özkök ve başyazar Ekşi'nin aksine gazetenin ekonomi yönetimi "bu kanunla bankacılık yapılamayacağı"nı anlatıyorlar. Özkök, bir yazısında, gazetedeki ekonomi sayfalarının sayısını hatırlatarak, şaka yollu Hürriyet'te asıl iktidarın "ekonomi"de olduğunu yazmıştı. Bu veriler ışığında, Hürriyet'in konuya ilişkin haberlerini gözden geçirmek ilginç olmaz mı?

Meclis Adalet Komisyonu, 13 Kasım'da bankalarda batan paranın tahsilatını hızlandıracak tasarıyı görüşmeye başladı. Konuya ilişkin haber, 14 Kasım tarihli bütün gazetelerde vardı.

Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, bir gün önceki yazısında olduğu gibi 14 Kasım'da da konuya eğildi, siyasi partilerle basının bu çok önemli sorundaki ilgisizliğinden yakındı:

"Ben, AKP dışındaki siyasi partilerde, ülkeyi çamura bulayan, Türkiye'nin imajını iki paralık eden bu ağır hortum olaylarına karşı bir ilgisizlik gözlemliyorum. Zaman zaman da merak ediyorum. Acaba bu basit bir ilgisizlik veya vurdumduymazlık mı, yoksa bilinçli bir tercih midir?

"Aynı soruyu ne yazık ki dürüstlüklerinden hiç şüphe duymadığım bazı meslektaşlarım için de soruyorum. Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in VIP salonu ile ilgili haklı tepkisine yaklaşım biçimlerini yadırgadığımı da söylemeden geçemeyeceğim. VIP'ten geçen batık bankerle ilgili tek kelime eleştiri yok, ama bunu söyleyen bakan neredeyse suçlu ilan edilecek. Ağızlarından 'Sen hükümetsin, niye yakalamıyorsun'dan başka cümle çıkmayacak." (Kronik Medya'nın ara notu: Bu noktada Emin Çölaşan'ın, Özkök'ün yazısından üç gün once (11 Kasım) yazdığı "Hükümet mi, ağlama duvarı mı?" başlıklı makalesinden birkaç satır aktarmadan geçmek olmaz: "Adalet Bakanı bazı konuları ya bilmiyor, ya da görmezden geliyor. 1- Hükümet ağlama duvarı değildir. 2- Hortumcuyla mücadele VIP salonu görevlilerinin değil, hükümetin görevidir. 3- Emir verirsin, hortumcuyu VIP'e sokturmazsın. 4- Dahası, hortumcunun yakasına yargı yoluyla yapışıp hesap sorarsın…")

E. ÖZKÖK VE O. EKŞİ

Dediğimiz gibi, Özkök, bu yazısından bir gün önce de "tasarı"ya destek vermiş, "IMF karşı çıkıyor" haberleriyle ilgili olarak şöyle yazmıştı:

"IMF uzmanlarının bir kısmının geldiği ABD'de vergi sahtekârlığı yapan altı yıldızlı otel sahiplerinin elleri kelepçelenerek götürüldüğünü televizyonlarda seyrediyoruz. Bizim hortumcumuzun dokunulmazlığı nasıl kaldırılacak? IMF'ciler bize bunun da yolunu göstermelidir. Yoksa kamuoyu onları, 'hortumcuya can simidi atan' örgüt olarak görecektir."

Özkök'ün bu yazısının yayımlandığı gün, gazetenin başyazarı Oktay Ekşi de benzer bir yazı kaleme almıştı. Ekşi, "Tasarının işe yarayacağını, son günlerde Adalet Bakanı başta olmak üzere Ankara'da çeşitli bakanların kapılarını aşındıran itibarlı hırsızların listesine bakan herkes"in derhal anlayacağını belirttikten sonra sözü tasarıya karşı IMF'nin itirazına getiriyor… Hürriyet yazarı Erdal Sağlam, tasarı bu halde geçerse "IMF'den yeni bir kredi dilimi almamızı sağlayacak 'Altıncı gözden geçirme' sürecinin olumlu sonuç vermeyebileceğine dair" bir haber yazmıştı. Ekşi, bunu da hatırlattıktan sonra şöyle diyor:

"Görüldüğü gibi birilerinin nazik bedeni fena halde incinecek diye, her taraftan hükümet (daha doğrusu Adalet Bakanı Cemil Çiçek) üzerine yoğun baskı var. Amaç 'çalanın yanına kâr kalması doğaldır' kuralının bozulmasını engellemek... Hadi bakalım 'namusluların en az namussuzlar kadar cesur olduğu' bir Türkiye'de mi yaşıyoruz, yoksa hırsızların hükümlerini icra ettikleri bir Türkiye'de mi?"

V. MUNYAR VE E. SAĞLAM

Ekşi'nin gönderme yaptığı Erdal Sağlam'ın haberinde (13 Kasım) IMF'nin tasarının 30 maddesinden ikisini onayladığı, kalan 28'inin "tartışmaya açık" olduğu belirtiliyordu. Ertesi gün CNNTürk'teki "Parametre" programında, "30'da 28" meselesi dahil, bu yöndeki haberlerin "abartılı" olduğunu; IMF'nin, hortumlanan paraların geri alınmasına karşı olduğunun düşünülemeyeceğini; itirazların başka noktalarda olduğunu dinledik…

CNNTürk'teki programda, isim verilmeden Erdel Sağlam'ın haberi eleştirilmişti aslında… Gerçekten de IMF'nin tam ne dediği belli değildi, belli ki "duyum"larla yazılmış bir haberdi bu ve Sağlam'ın tasarıyla ilgili 20 Ekim'de yazdığı bir yazı, haberden manipülatif kokular alanların haklı olabileceğini gösteriyordu. Sağlam, tasarının gün yüzüne çıktığı ilk günlerde kaleme aldığı "Bankacılarda 'linç psikolojisi' endişesi" başlıklı yazıda "bankacılar"ın görüşünü şöyle aktarmıştı:

"(…) Hangi bankacıyla konuştuysak, bu taslağı 'felaket' olarak görüyor. Tümüyle bir tepki yasası olduğunu belirten bankacılar, 'yaratılan linç psikolojisi'nden ciddi ciddi endişe duyuyorlar."

Sağlam'ın yazısının çıktığı gün (20 Ekim) Hürriyet'in ekonomi müdürü Vahap Munyar da gene "bankacılar ve bürokratlar"ın görüşlerini aktararak uyarmıştı hükümeti. Mesela bir "bürokrat-bankacı", "Bu yasalarla bankacılık yapacağımıza, Irak'a gidecek askerler arasında olmak daha iyi" derken, bir başka bürokrat, "Böyle yasalara gerek de yok. Türkiye'deki yasalar aslında yeterli. Önemli olan uygulama" diyordu.

STAR'DAN İLGİNÇ YAKLAŞIM

Gördüğünüz gibi çok ilginç bir saflaşmayla karşı karşıyayız… Bir yanda yayın yönetmeni ve başyazar, öbür tarafta yayın yönetmeninin şaka yollu "gazetede asıl iktidar onlarda" dediği ekonomiciler…

Peki, bu saflaşma haberlere nasıl yansıyor, kısaca ona da bakalım… Tasarının ilk açıklandığı gün Hürriyet manşetten ve açık bir biçimde destekleyen ifadelerle ("HORTUMCUYA UYKU YOK") duyurdu haberi… Haberi manşetten veren öbür gazetenin de (Milliyet) Doğan Gubu gazetesi olması ayrıca ilginçti… Nitekim Star gazetesi (21 Ekim) o manşetlerle ondan birkaç gün sonra çıkan Erdal Sağlam ve Vahap Munyar'ın yazılarını karşılaştırarak "Doğan Grubu'nun çark ettiğini" yazdı:

"Aydın Doğan, AKP'yi desteklerken ters köşeye yattı. Geçen hafta gazetelerinde yeni Bankacılık Yasası'nı övdü. Ama ucu kendine dokununca, dün çark etti. Yeni yasayı yerin dibine soktu."

Star'cıların haberin sonuna yerleştirdikleri, bir nevi "Hepimiz aynı gemideyiz" yorumu da bizce çok manidardı:

"Öyle anlaşılıyor ki; Doğan Grubu yasanın kendilerini bağladığını ve yasanın Uzan Grubu için değil, aralarında kendi gruplarının bankasının da olduğu bütün bankacılık sektörünü yoketmek için çıkartıldığını yeni farketti…"

Tasarı ilk açıklandığında "HORTUMCUYA UYKU YOK" manşetiyle çıkan Hürriyet, yasalaşmanın ilk adımı olan Meclis gündemi aşamasında o kadar heyecanlı değildi; haber (13 Kasım) ekonomi sayfasında duyuruldu okurlara. Buna karşılık Erdal Sağlam'ın "Tasarı IMF'ye takıldı" haberi birinci sayfadan anonslanmıştı… Ama unutmayalım: Özkök ve Ekşi'nin destek yazıları da aynı gün yayımlandı Hürriyet'te…

Bu tablo karşısında Hürriyet'te "haber iktidarı"nın kimde olduğuna biz karar veremedik. Aslında şu anda bir şey söylemek de doğru olmaz. Ama meseleyi yakından takip edeceğimizi kesin olarak söyleyebiliriz… (A.G.)


'Türban'ın zararları, 'başörtüsü'nün yararları...

Yalan değil herhalde, şarkıda söylendiği gibi, ülke olarak "oynatmaya" gerçekten de "az kaldı" gibi görünüyor...

"Türban yasağı"nın Yargıtay macerasından sonra şimdi de sıra geldi yeni bir sınıflandırmaya: Türban ve başörtüsü aynı şey değildir, çözüm isteyenler başörtüsü, gerginlik isteyenler türban safına!

Şaka değil, ülke gerçekten zaten kıt olan "ortak aklı"nı hepten kaybetmek üzere...

Söyler misiniz, "türban" ile "başörtüsü"nü karşı karşıya getirmek, ilkini mahkûm ederken ikincisini "uzlaşma"nın sembolü haline getirmek gibi bir "proce" bu dünyada kimin aklına gelebilir?!

Ama bakın gelmiş; Sabah'tan Mehmet Tezkan, "Uzlaşmanın yolu başörtüsünden geçer" (12 Kasım) başlıklı yazısında, basbayağı bu "teori"yi açıklamaya çalışmış...

Öyle bir yazıyla karşı karşıyayız ki, geçen yüzyıllarda olduğu gibi 21. yüzyılda da bir okurun elindeki bu metni gülmeden, hatta gülmekten kırılmadan okuyup bir kenara koyması mümkün değil...

Tezkan'ın bu önemli (ama hangi açıdan!) yazısını şu temel varsayımlar üzerine inşa ettiğini gözlemliyoruz:

"Türban siyasi bir kimlik taşıyor..
"Başörtüsü öyle değil..
"Başörtüsü mütedeyyin insanı ifade ediyor... Siyasi kimliği yok...
"Başörtüsü dini kişiselleştiriyor..
"Türban toplumsallaştırıyor..
"Toplumsal yaşamın kurallarını belirliyor..
"Böyle giyineceksin, böyle yaşayacaksın diye hükmediyor..
"Veya bir gün hükmedeceğini ifade ediyor..
"Mesaj veriyor.."

Varsayımlar bunlar olduğuna göre, yazının gerisini varın siz tasavvur edin...

"Türban" tabii ki "saldırgan" ve "öfkeli"; "başörtüsü" tabii ki "kendisiyle barışık", "kendi halinde yaşıyor"...

Tezkan'ın öncüllerini tamamen keyfi olarak kendisinin koyduğu bu tümdengelimin ulaştığı sonuç da çok ilginç: Başörtüsünün "türban"a feda edilmesine izin verılmemeli, başörtüsü "Türbana ezdirilmemeli.."(!)

Bakın görün; yakında meydanlarda başta "Yargıtay Başkanlar Kurulu" üyeleri olmak üzere, Tezkan ve onun gibi düşünenlerden oluşan kitlelerin "Başörtümüze dokunma!" pankartları altında "Kahrolsun türban, başörtüsüne özgürlük!" mitingleri tertip etmeleri yakındır....

Bu ülkede hâlâ şaşılacak bir şeyler kaldığını düşünenlerdensiniz, sakın şaşırmayın... (K.B.)


Bazı 'açıklama'lar, gazetecileri fena eder...
'Türbanlı avukat': 'Hiçbir duruşmaya katılmadım'

Hürriyet gazetesi yazarı Yalçın Bayer'in köşesinde (13 Kasım) yer alan "Suskun kalıyorum" başlıklı, Hatice Hasdemir imzalı kısa mektup:

"Türbanda gerçekler (9.11.2003) yazısının 'Avukatın Oyunu' ara başlığında geçen, duruşmalara başı açık girip Yargıtay'da başımı kapattığım yönündeki bilginiz gerçeği yansıtmıyor.

"Çalıştığım şirkette hukuk müşaviriyim. Zorunluluğum olmadığı için hiçbir davaya girmedim. Günlük yaşamda başörtüsü takıyorum. İnançlarımdan ötürü kullandığım başörtüsünün siyasi simge olarak kullanılmasından sizden daha fazla rahatsızlık duyarım.

"Cumhuriyete, hukukun temel ilkelerine de gönülden bağlıyım, yürürlükteki yasalara da saygılıyım. Tamamen hukuki bir sorun olan savunma hakkımın ihlalinin siyasi malzeme ve başka amaçlar için kullanılmaması için suskun kalmayı tercih ediyorum.''

Burada "gazeteciyi fena etmesi" gereken cümlenin "Zorunluluğum olmadığı için hiçbir davaya girmedim" cümlesi olduğunu anlamışsınızdır. Çünkü, Yalçın Bayer'in, daha önce bu sayfada da yer verdiğimiz "Türbanda gerçekler" başlıklı yazısı tam da bu noktadan hareketle meseleyi deşiyordu. Bayer, nedense adını vermediği "bir hukukçu dost"una şu soruyu soruyordu:

"Türbanlı avukat Hatice Hasdemir, daha önceki duruşmalara başı açık şekilde giriyormuş; sanık olunca türbanlı girerek oyun oynamış olmuyor mu?"

Bu pası alan "hukukçu dost" da "aynen öyle" diyor, "avukatın oyunu"nu bir kez de o açığa çıkarıyordu...

Hatice Hasdemir'in Bayer'e gönderdiği mektuptan öğreniyoruz ki, böyle bir "oyun" hiç oynanmamış... Aslına bakarsanız mektup, Bayer'in şahsında, "Bakın bakın, bütün duruşmalara başı açık giriyormuş"çu bütün gazetecilere gönderilmiş sayılır... Kulaklarına üflenen bilgiye hemen inanan, "bakalım bir hangi duruşmalara türbansız girmiş" sorusunu kendine sormayan ve bu yönde hiçbir zahmeti göze almayan bütün gazetecilere... (A.G.)


Motosikleti Atatürk'le meşrulaştırmaya çalışan 'rüzgâr kızı' bizce mazurdur...

Hürriyet'in "oto yaşam" ekinin motosiklet bölümünü hazırlayan "rüzgâr kızı", 10 Kasım'a tesadüf eden hafta için hazırladığı sayfada, bir motosikletin sepetine oturan Atatürk fotoğrafının altına şu notu düşmüştü: "Motosiklete de ne çok yakışmışsın Atam! Günümüzde bile pekçok insanın ciddi ciddi 'şeytan icadı' olarak tanımladığı, binenlerinse pis, kötü kokan, aklı sadece kötülük yapmaya çalışan serseriler olarak algılandığı motosikletlerin, aslında modern hayatın ve gelişmiş toplumların bir parçası olduğunu sen yine tüm ileri görüşlülüğünle o zamanlardan bilmişsin ki binmişsin. Ben de motora biniyorum Atam. Bize bıraktığın bu güzelim ülkede sayıları her geçen gün artan modern, eğitimli, kültürlü ve efendi pekçok insan da motosiklet kullanıyor, biliyor musun Atam? Üstelik hiçbirimiz pis kokmuyoruz, aklımız pekçok iyi şeye çalışıyor ve bilinenin aksine serseri de değiliz hiçbirimiz. Gerçekten motora çok yakışmışsın Atam. Ben eminim ki sen o motorun yanında oturmakla kalmamış, kullanmışsındır da..."

"Rüzgâr kızı", fotoğrafı görecek Hürriyet okurlarından da çok umutlu... Fotoğrafın mucizevi bir etki yaratacağı kanısında: "Bugün trafikte; siz trafikte takılıp kalmışken yanınızdan geçen motosiklete bakıp, Atatürk'ün bu fotoğrafını hatırlayıp, motosiklet ve binicileri hakkındaki tüm önyargılarınızdan kurtularak, ne çağdaş bir araç olduğunu düşünüp gülümseyin..."

Dedik ya, "rüzgâr kızı", mazurdur bu meşrulaştırma çabasında... Koca koca gazeteler, bugünün sorunlarını, manşete taşıdıkları "Atatürk'le canlı röportaj"larla anlamaya çılışırsa... Bir başka gazete, "Atamız sirozdan değil, sıtmadan öldü; ona yakışan ölüm de budur" diyen bir makaleye yarım sayfasını ayırırsa... Eh, genç bir kızın bir türlü dert anlatamadığı "trafikteki otomobilciler"i Atatürk'le ikna etmeye çalışması da gayet normaldir...

Şunu da söyleyelim: Biz bu yöntemin işe yaramayacağı kanısında değiliz... Gerçekten de motosikletlileri "lüzumsuz yaratıklar" gibi gören kimi Atatürkçü otomobil sahipleri, o fotoğraftan sonra motosikletlilere sempatiyle bakmaya başlayabilir... Kimbilir belki de motosikletlerin arkasında o fotoğrafın büyütülmüş halini de görmeye başlarız yakında... (A.G.)


BEHİÇ AK, CUMHURİYET, 13 KASIM 2003


16 Kasım 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED