Çark, üç aşağı beş yukarı şöyle dönüyor: Önce, yüksek yargı kurumlarının herhangi bir biriminde kadrolaşmış olan ekipler hukukun tüm ilkelerini gözardı ederek, bazen hukuku kanırtarak, çoğu zaman aşırı yorum yoluyla tartışmalı kararlar alabiliyorlar.

Bazen bu kararlar kamuoyunun ortak vicdanını yaralayıcı oluyor. Karar alıcılar da biliyorlar bunu. Karar alıcılar, kararlarının kamuoyunda uyandıracağı infiali de çok iyi hesaplıyorlar.

Hukuk kanırtılarak alınan karar kamuoyunda tartışılmaya başlayınca ne oluyor biliyor musunuz?

Tartışmalı kararın altın imza atmış olan bu 'hukukçular', başlıyorlar tazminat davası açmaya.

Az uz da değil, milyar milyar…

Üstelik tek başına da değil, karar aldıkları organize grubun tüm üyeleri tarafından. Başvuruları, yöntemleri, avukatları, talep ettikleri milyarların miktarı hep aynı. "Organize tazminatçılar örgütü" gibi bir şey.

Kazanıyorlar da…

Nasıl kazanmasınlar? Davayı hangi mahkemeye açacaklarını kendileri belirliyor, sonuç alacakları mahkemede tazminat davası açıyorlar. Meslektaşlık ve üst mahkemede olmanın avantajları da var.

Geçmişte ben de, şimdiki Başbakan'ın mahkumiyetinin onanması hakkında yazdığım bir yazı dolayısıyla böyle bir kumpasa düşmüştüm. Olayın altını biraz karıştırınca, organize bir "tazminatçı hukukçular grubu" çıktı karşıma. Nasıl bir çark kurulduğunu görmemek için kör olmak gerek.

Gelsin milyarlar. Ne âlâ memleket. "Kıyak emeklilik" bu yöntemin yanında sadaka kalır. Çok daha kıyak bir servet edinme yöntemi bu. Kim dur diyecek? Hangi kanunla?

Hukuk vatandaşı suçluya karşı korur. Ya hukukçuya karşı vatandaşı kim koruyacak?

Başta Sayın Adalet Bakanı olmak üzere hukuku önemseyen herkes iyi bilmeli ki, bu ülkede "hukukun siyasallaşması" hiçbir şeydir. Asıl siz "hukukun yanlılaşmasıyla" ilgilenin. Yanlılaşan hukuk, adalet yerine "yandaş hukuku" üretir.

İyi de, bu ülkede devlet ideolojisi diye bir şey olduğu sürece, hukukun yansızlığı mümkün müdür? Yargılanan kişi yargılayanın ideolojisine ters ise, o daha baştan kaybetmiş olmaz mı?

"Hasmın kadı olursa yardımcın Allah olsun" sözü, böylesi durumlar için söylenmiş olsa gerek.

Evet, çarkın işleyiş şekli üç aşağı beş yukarı böyle…

Geçmişte buna rastlandı. Yargıtay'ın 'özelliğiyle' ünlü bir dairesinde kadrolaşan bir grup bu yolla epey servet sahibi oldu. O zamanın Adalet Bakanı'na köşemde açık mektup yazdım. Bu ilginç çarka dikkat çektim ve sözkonusu dairenin üyelerinin bu yolla açtıkları kaç dava olduğunun, bunlardan ne kadarının tazminatla sonuçlandığının ve bu yolla adı geçen kişilerin cebine ne kadar para girdiğinin araştırılmasını talep ettim.

Dönemin Bakanı tüm iyi niyetine rağmen, olayın üzerine gidemedi. Bir zaman sonra hükümet değişti, maalesef sorun öylece kaldı.

Başörtülü sanığın savunma hakkını engelleyen Yargıtay 4. Daire Başkanı'nın uygulaması bana, geçmişte birçok yazarın ve gazetecinin düştüğü bu tuzağı hatırlattı.

Bu son hukuk skandalı basında her yönüyle tartışma konusu oldu. Olaya herkes durduğu yerden baktı. Gösterilen tepkilerin şiddeti farklıydı. Fakat görebildiğim kadarıyla kimse skandala bu açıdan yaklaşmadı.

Benimkisi, geçmişte yaşanmış bir tecrübeden yola çıkarak duyduğum bir kuşku. Olan bir şeye değil, olma ihtimali olan bir şeye dikkat çekmek istedim. Bu çarkın bu son hukuk skandalı için de geçerli olduğunu söyleyemem. Fakat uyarmadan da edemem. Hem yetkilileri, hem de bu konu hakkında kalem oynatan basın yayın mensuplarını.

Geçmişte çok yaşanmış ve gelecekte de yaşanması muhtemel olan bu konu, hukukun sadece ideolojiye, siyasete, yandaşlığa alet edilmediğinin, aynı zamanda yetkinin haksız kazanç sağlamak için nasıl kötüye kullanılabildiğinin de göstergesi.

Ve bir çağrı: Sayın Adalet Bakanı! Yargı mensuplarının önce hukuk skandallarına imza atıp ardından gelen tepkileri tazminat davalarıyla servete tahvil etme yönteminin önüne geçecek bir yasal düzenleme getirilemez mi?

Dinin istismarı günah da, hukukun istismarı sevap mı?

SAMİ HOCAOĞLU

Künye

Temsilcilikler

Abone Formu

Mesaj Formu