|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başbakan'ın arife günü yaptığı televizyon konuşmasının önemli bölümünü Türkiye'yi de vuran terörizmin niçin "İslami terör" olarak adlandırılmaması gerektiğinin açıklanmasına ayırması doğru bir seçimdi. Başbakan, haklı olarak, "Terörü, bir inancın, bir kültürün, bir kimliğin çağrışımları ile anmak, gerek o inancın yandaşları üzerinde, gerekse karşıtları üzerinde hiç hesap etmediğimiz reaksiyonları tetikleyebilir" diyordu. Doğrusu bana göre de (dünkü yazımda anlatmaya çalıştığım gibi) çok yerinde bir tespit... Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Başbakan'ın son derece kritik bir dönemde yaptığı bu konuşma, her bakımdan, öncekilere nazaran üzerinde çok daha titizlikle çalışılmış bir konuşmaydı. Hatırlayanlar vardır; dünkü yazımı Jean Baudrillard'ın şu sözlerinı aktararak noktalamıştım: "Eğer dünyaya İslam hükmetseydi, terörizm İslam'a karşı ayaklanırdı." Ne kadar yerinde bir tespit... 11 Eylül'den sonra tanıştığımız yeni terörizmi anlayabilmek açısından ne kadar yerinde bir tespit... Demek ki bu "yeni terörizm"i, Başbakan'ın da işaret ettiği gibi "bir inancın, bir kültürün, bir kimliğin çağrışımları olarak anmak", bir takım "reaksiyonları tetiklemesinin" de ötesinde, dünyanın karşılaştığı bu yeni olguyu anlamamızı da engelleyici niteliktedir. Baudrillard'ın analizine (hiç değilse burada) ben de katılıyorum. Terörizmin bu yeni şekli, eskinin esas olarak "düzen değiştirmek" ya da halihazır düzenin yerine bir başkasını ihdas etmek şeklinde tezahür eden ve en başta "devrimci" olarak niteleyebileceğimiz terörizmden bambaşka bir şeydir. Zaten filozofun, terörizmin bu yeni halinin kendisine asıl olarak "sembolik alanı" seçtiğini söylemesi de farklılığa işaret ediyordu. Hepimiz gördük ki, dünyanın 11 Eylül'de tanıştığı bu yeni tarz terörizm, herşeyden önce "yoksulların terörizmi"değil, "zenginlerin terörizmi"dir. Teröristler, hayatlarını bir silah olarak kullanmanın yanında dünyanın "hakim gücü"nün bütün silahlarını da kullanmaktadırlar: "para ve borsa spekülasyonu, enformatik ve havacılık teknolojisi, işin gösteriş boyutu ve medyatik ağlar." Görüyorsunuz, bu yeni terörizm, "modernite" ve "küreselliği" kendine maletme açısından ABD'yi hiç mi hiç aratmıyor.... Bu çerçevede teröristlerin hayatlarını bir silah gibi kullanmaları, yani "intihar saldırıları" düzenlemeleri de tek başına ayırdedici değil. Filistinli eylemciler örneğinde olduğu gibi bu eylem türü de "yoksulların terörizmi" olarak adlandırabileceğimiz daire dışına çıkamıyor. Oysa Baudrillard'ın dediği gibi, bu "sembolik silah" ne zaman ki bütün modern araçlarla birleşiyor, o zaman 11 Eylül'de olduğu gibi, ABD'nin "sıfır ölüm stratejisi" (genetik araştırmalardan, sıfır ölümlü savaş planlarına kadar) karşısında başedilmesi çok zor yeni bir terörizm buluyor. Yani özetle bu yeni terörizm ile "küreselleşme"nin gereklerinin gerçekleşmediği bir dünyada karşılaşmak imkansız... Şimdi de isterseniz, dört büyük eylemle İstanbul'u da vuran bu yeni terörizm karşısında Türkiye'nin ne ifade ettiğini anlamaya çalışalım: Türkiye, CHP'den yükselen bazı analizlerin doğru tespit ettiği gibi, son yıllarda dünyada yükselen dalgaya uyarak hiç değilse yakın coğrafyasında "büyük oynama" gibi bir arzuya kapıldı. Bu arzunun en veciz ifadesi "Balkanlardan Çin'e"(!) gibi içi boş bir slogandı. Düşünebiliyor musunuz; daha içerde paçasını toplayamayan bir Türkiye, "Balkanlardan Çin'e" uzanan bir coğrafyada "büyük oynayacak"! Bu "büyük oynama" arzusunun Irak meselesiyle daha değişik bir hal aldığını da biliyorsunuz. Bu kez de ülkenin rotası Ortadoğu'ya çevrilerek bol bol "tarih yazma"dan söz edilir oldu. Meclis'ten olur alan "tezkere"yi de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla ben de, İstanbul'da patlayan bombaların bu "büyük oynama" ya da "tarih yazma" arzuları ile "tezkere" olayından tamamen bağımsız olduğunu düşünenler arasında değilim. Tamam sonuç olarak Irak'a şu ya da bu sebepten dolayı "girilmedi" ama girilmiş kadar olmadı mı?! Hatta bu çerçevede medyanın yere göğe koyamadığı bir atama olayını da değerlendirebiliriz. Hikmet Çetin'in bir "NATO valisi" kimliğiyle Afganistan'da göreve başlayacak olması, terörün dumanının hâlâ tüttüğü bir ülkede bu derece sevinçle mi karşılanmalıydı? Olayı o saat manşetler çıkaranların yerinde ben olsam düşünürdüm; Türkiye'den bir siyasetçinin El Kaide'nin vatanı olduğu söylenen bir ülkeye "NATO valisi" olarak atanması o kadar mı sevindirici bir olay? Sonuç olarak ben, "tarih yazmak", "büyük oynamak" gibi gereksiz ve tehlikeli arzularını terketmiş, dikkatini ve gayretini sadece şu kadar milyon vatandaşını daha hür ve daha bolluk içinde yaşatmaya vermiş bir Türkiye'nin terörizm karşısında da daha korkusuz yaşayacağına inanıyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |