|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İstanbul'da yaşanan ikiz terör eylemleri üzerine ikiz şer kardeşler Bush ve Blair, sıcağı sıcağına yaptıkları ikiz açıklamada, "terörün Türkiye'de de cephe açtığını" söyleyerek, teröre karşı verdikleri savaş/ım/da ne kadar haklı olduklarını dünya âleme ilan ettiler! Sahi, "terörün Türkiye'de de cephe açması" ne demek? Terör, Türkiye'de yeni mi cephe açıyor? PKK terörü bu millete kan ağlatırken bu şer kardeşler bu dünyada yaşamıyorlar mıydı? Terörün Türkiye'de de cephe açtığını söylemek, ikiz şer kardeşlerin İsraillileri de yanlarına alarak çevirdikleri, "terörle savaş" adıyla sahnelenen "İslâm'la savaş" tezgâhına Türkiye'yi de -ayartarak, baştan çıkararak- kışkırtmak ve dahil etmektir. İstanbul'daki terör eylemleri, ABD-İsrail ve İngiltere'ye neden adeta bayram yaptırttı acaba? Bunun nedeni, Türkiye'nin, Batı yörüngesinin dışında başka bir yörünge oluşturma çabası içine girmeye kalkışmasının yollarının tıkanması ve görünüşte terörle savaş adıyla pazarlanan, gerçekte ise İslâm'ın yeniden tarih sahnesine çıkma girişimlerini durdurma amacı güden küresel hegemonya mücadelesinde ikiz şer kardeşler artı İsrail ile birlikte hareket etmeye mahkûm edilmesidir. Amerika'nın terörizmle savaş kılıfıyla yapmak istediği iki temel şey var: Birincisi, durumdan vazife çıkararak işine nasıl geliyorsa öylece bir terörizm sorunu veya hayaleti icat etmek, ardından da terörizm gibi ürkütücü bir sorunla mücadele ediyor havası vererek dünya üzerindeki hegemonyasını pekiştirmenin yollarını araştırmak. İkincisi, terörizm gibi kimsenin kayıtsız kalamayacağı bir sorunla mücadele ediyormuş gibi yaparak, son otuz yıldan bu yana sürekli tırmanma eğilimi gösteren, dünya sisteminin önünde "çakıl taşı" işlevi gören İslâmî söylemlere ve oluşumlara nihâî darbeyi vurmak. Amerika, tam bir "numara" çeviriyor; dünyayla dalga geçiyor adeta. Şu an çağımızın ruhu (Zeitgest'ı) hâline gelen iki yüzlü (cynical) postmodern bir tavır takınarak; görünüşte terörizmle mücadele ediyormuş gibi yapıyor; ama gerçekte hegemonyasının önündeki en kalıcı ve sarsıcı tehdit olarak algıladığı ve konumladığı İslâmî söylemlere ve oluşumlara ölümcül bir darbe vurarak, İslâm'ın seküler dünya düzenine meydan okuma potansiyellerini iptal etmeye çalışıyor. Burada dikkat edilmesi gereken ama nedense gözden kaçırılan yakıcı bir gerçek var: Amerika, terörizmle mücadele ettiğini söylerken Rusya'nın da, Çin'in de, Avrupa Birliği ülkelerinin de Amerika'ya omuz verdiğini gözardı ediyoruz. Tüm bu ülkelerin de orta ve uzun vadede başlarını ağrıtacak temel gelişme, Osmanlı'nın durdurulmasından sonra tarih sahnesinden çekildiği sanılan İslâm'ın son çeyrek asırdan bu yana Fas'tan Malezya'ya kadar -şimdilik primitif düzlemlerde de olsa- siyasî, ekonomik, kültürel, toplumsal ve entelektüel bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine çıkma emareleri gösterdiği gerçeğidir. Dünya siteminin aktörleri, İslâm'ın yeniden tarih sahnesine çıkışı önlenemediği takdirde; haksızlıklar, adaletsizlikler, bencil çıkarlar ve eşitsizlikler üzerine kurulan dünya sisteminin çatırdayacağını çok iyi biliyorlar. O yüzden terörizmle mücadele bahanesiyle, paranoyak bir tavır takınarak, İslâm'ın bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine çıkışını önlemek için işbirliği yapıyorlar. Burada izlenen iki yöntem var: Birincisi, İslâm dünyasında işbaşında olan, beceriksizlikleri, hırsızlıkları, hortumculukları her bakımdan kanıtlanan seküler-otoriter rejimleri ayakta tutmaya çalışmak. Bunun için, müslüman toplumların, kendi kaderlerini ve geleceklerini kendilerinin belirlemelerine imkân tanıyacak tüm yolları sofistike ve sinsice yöntemlerle tıkamak. Her ne sûretle olursa olsun, müslüman toplumların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemeye başlamaları, tabiî, insanî, kültürel zenginliklerinin dünya sisteminin sömürgenlerine peşkeş çekilmesine son vereceği için (ki, İran bunun çarpıcı bir örneğidir) müslüman toplumların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini önlemeye çalışıyorlar. Terör bahane edilerek İslâm'ın seküler-barbar dünya düzenine meydan okumasının önlenmesinin daha esaslı nedeni ise şu: Batılılar da çok iyi biliyor ki, İslâm, farklı dinlere, kültürlere, etnisitelere mensup toplulukları barış, adalet ve dayanışma temelleri üzerinde yekvücût hâline getirerek yaşatmayı başarmış yığınla tecrübe üretmiştir. Sadece bir örnek: Avrupalıların daha düne kadar aynı dine, aynı kültüre sahip olmalarına rağmen yüzyıllarca birbirleriyle kavga ettikleri bir zaman diliminde Osmanlı, Avrupa sömürgeciliğinin ve yayılmacılığının kendisini de tehdit ettiği bir dönemde farklı dinlere, kültürlere ve etnisitelere mensup toplulukları adalet, barış ve dayanışma ruhu içinde yaşatmayı başarmıştı. O yüzden Cevdet Paşa, çöküş asrında bile Osmanlı'yı "insanlığın son adası" olarak görebilmişti. Batı'da "toplum bitti" (Baudrillard); insan, fena halde bencilleşti ve "yok oldu" (Foucault). Hayat, bir anlamsızlıklar kaosu hâline geldi: Felsefî anlamda köklü bir "anlam krizi" ve "özgürlük kaybı" sorunu yaşanıyor (Weber). İşte böylesi bir ortamda, İslâm'ın, insan onurunu, şahsiyetini, asaletini; bireysel ve toplumsal ahlâkı, dayanışmayı ve adalet duygusunu esas alan; insanın hem iç, hem de dış dünyasını, hem özel, hem de kamusal hayatını aynı anda anlamlandıran evrensel mesajının bu dünyaya söyleyeceği çok önemli şeyler var. İşte Batılıların İslâm'dan ürkmelerinin, İslâm'ı haksız, hukuksuz hegemonyalarının önündeki en esaslı tehdit (=engel) olarak görmelerinin, dolayısıyla İslâm'ı terörle özdeşleştirerek etkisiz hâle getirme tezgahlarına soyunmalarının gerisinde yatan yakıcı gerçek burada gizli. Unutmayalım: İslâm, Endonezya gibi İslâm dünyasının periferisinde yer alan bir ülkeye son iki yüz içinde yayılmıştır ve bugün Endonezya, en büyük, en kalabalık müslüman ülkedir. İslâm'ın her geçen gün "şeytanlaştırıldığı", terörle, fanatizmle özdeşleştirildiği bir ortamda bile Batı'da en çok yayılan din olması, sanırım pek çok şeyi kendiliğinden açıklamaya yetiyor olsa gerek. İslâm'ın önüne kalın duvarlar örülmemiş ve müslümanlar da "primitifliklerinden" kurtulmuş olsa, hem İslâm dünyasında, hem de Batı'da İslâm'ın önünde kimsenin duramayacağını, İslâm'ın evrensel, kuşatıcı, kucaklayıcı mesajına kimsenin kulak tıkayamayacağını Batılılar bizden bile çok iyi farketmiş durumdalar. Özetle, Amerikalıların da, dünya sisteminin diğer bezirganlarının da öncelikli sorunu, terörle savaşmak filan değil; terörü kışkırtarak (yani sağ gösterip sol vurarak) durumdan vazife çıkarmak, böylelikle İslâm'ın yeniden tarih sahnesine çıkışını önlemeye çalışmaktır. Not: Bütün okuyucularımın Ramazan Bayramlarını en kalbî duygularımla tebrik ediyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |