AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
'Nerede o eski bayramlar?' demeden önce bayramı bayram olarak görmek...

Ramazan ve Kurban Bayramı'nda en çok "nerede o eski bayramlar?" sözünü duyarız. Bu sözün arkasından genel ve bildik açıklamalar gelir. Eski bayramlara açık bir özlem dile getirilir.

Aslına bakarsanız eskiye özlem, hayatımızın her alanında görülür. İnsanlar yaşanmış olanı, bugün yaşamakta olduğuna tercih eder, eskiyi yüceltmeye çalışırlar.

Bu örnekten hareket edildiğinde insanlığın devamlı kötüye gitmekte olduğu, eskinin bugünden dala iyi olduğu şeklinde bir tablo önümüze çıkar. Gerçekten durum bu mudur? Yani eski, yaşanmış olan bugünden daha iyi, devamlı özlemi duyulacak ve yüceltilmesi gereken midir?

Sizleri bilmem ama, ben yaşanmış olanın kategorik olarak bugünden her durumda daha iyi olduğu kanaatinde değilim. Bugün yaşamakta olduğumuzun, eskiden yani yaşanmış olanlardan her durumda daha iyi olduğu, daha tercihe şayan olduğu ve asla sorgulanamaz olduğu anlamına gelmemektedir. Eskinin iyi ve kötüsü olduğu gibi bugün yaşamakta olduklarımızın da iyisi ve kötüsü vardır.

Eski bayramlar niçin özlenir?

Daha doğrusu eski bayramları bugüne göre daha anlamlı ve insani kılan nedir?

Bu soruya verilecek pekçok cevap var. Bu soru üzerinde düşünürken sadece eski bayramlar bağlamında değil eski yaşama biçimi çerçevesinde düşünmek gerektiğini hatırlatmak isterim. Biz "nerede o eski bayramlar?" diye iç geçirirken aslında "nerede o eski insanî yaşama şekli" demiyor muyuz? Özlemi duyulan sadece bayramlar değil; mahalle ilişkileri, komşu dayanışması, insanî ilişkiler, velhasıl tüm geleneksel toplum yapılarıdır.

Geleneksel toplumun öncelikle insanî temelde yükseldiğini, insan doğasına uygun bir yapılanmayı ifade ettiğini hepimiz biliyoruz. Bugünün modern sanayi toplumunda geleneksel toplum formlarını ve ilişkilerini bulmanın ve yaşamanın imkansız olduğunu kim bilmez ki?

Mesela geleneksel toplumlardaki bahçeli evlerde yaşayan insanların tabiatla ve komşularla olan ilişkileri ile bugünkü çok katlı apartmanlarda yaşayan insanların ilişkileri elbette aynı olamaz. Bugün çocuklarımız toprakla tanışmadan, ayakları toprağa değmeden, bir çiçek yetiştirmeden, dalından bir meyve koparmadan, domates sulamadan, bahçedeki kediyi, tavuğu, köpeği sevmeden büyümektedirler. Apartman giriş kapılarında ancak karşılaşan komşular birbirine yabancı gibi bakmakta, birbirinin ne mutlu günlerini ne de üzüntülerini bilebilmektedir. Yan yana yaşadığımız komşumuzun ölümünü ancak bir zaman sonra duyabilmekteyiz.

Bunlar elbette ki insanî değil, insan ontolojisine pek uygun düşmemektedir. İnsan adeta bir yapay fanus içerisinde yaşamakta, değişen doğal ortamla birlikte insanın özlemleri ve öncelikleri de farklılaşmaktadır. İşte böyle bir ortamda "nerede o eski bayramlar" diye iç geçirmekteyiz.

Değişiyoruz, ama farkında değiliz…

Aslında toptan bir değişim yaşamaktayız. Etrafımıza bakıp "değişmeyen ne kaldı?" diye kendimize bir soru yöneltsek herhalde bu soruya vereceğimiz fazla bir şey yoktur. Her şey değişmektedir.

Bu değişme sürecinin dînî hayatımızı, dini ritüelleri, ibadetleri ve anlayışları değiştirmediğini söylemek mümkün mü? Bu süreçte dinin, elbette ki yaşanan dinin, ciddi bir dönüşüm geçirdiğini söylememiz gerekir. Sosyal kurumlar içerisinde değişmeye en dirençli olan yapıların dînî yapılar olduğunu biliyoruz. Ama bu dînî yapı ve ilişkilerin hiç değişmediği anlamına gelmemektedir.

Mesela Ramazan ve Kurban Bayramı, birer dînî kurum olduğu halde, önemli değişim geçirmektedir. Zaten "nerede o eski bayramlar?" dedirten de işte bu değişikliktir. Fazla geriye gitmeye gerek duymadan yarım asır önce bayramların bir tatil olarak algılanması ve toplumun önemli bir kısmının tatil yapmak amacıyla tatil beldelerine gitmeleri söz konusu değildi. Bugünse toplumun özellikle yüksek gelir grupları Ramazan ve Kurban Bayramları'nı özde bir tatil ve dinlenme vakti olarak görmekte ve geleneksel formla asla açıklanması mümkün olmayan bir davranış içerisine girmektedirler. Şöyle bir çevrenize bakın pekçok tanıdığınızın bayramı değil, bayram tatilini geçirmek için yurt dışına veya ülkemizin önemli tatil beldelerine gittiklerini görürsünüz.

Oysa ki geleneksel formda bayramlar bir tatil olarak değil bir ziyaret vakti olarak algılanırdı. Bayramlarda tüm aile bireyleri farklı mekanlarda olsalar bile bir araya gelir, birlikte yemek yer, hasret giderirlerdi. Geleneksel kültürümüzden gelen bir "sıla-i rahim" vardı ve tatile değil dost ve akraba ziyaretlerine gidilirdi.

Bugün özlemini duyduğumuz geleneksel formları ve davranışları sürdürmemizin çok zor olduğunu biliyoruz. Hayat bize pekçok şey dayatıyor, ancak tarihin derinliklerinden gelen güzel hasletleri, davranışları ve yapıları sürdürmek için özel bir çaba göstermemiz gerektiği de unutulmamalıdır. "Nerede o eski bayramlar" demeden önce "bayramları nasıl daha verimli hale getirebiliriz?" ve "tek tek bizim ne tür sorumluluğumuz var?" sorusunu sormalıyız. Öncelikle bayramı tatil olarak değil bayram olarak görmek bu işin ilk adımı olsa gerektir.


27 Kasım 2003
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED