AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Eklemlenmek mi uyarmak mı?

Dünkü yazım şu paragrafla sona eriyordu: "Türkiye, Wolfowitz-Grosman zılgıtını içselleştirerek ve bundan böyle Washington'un çizeceği "yol haritası"na sadık kalacağı intibaı vererek, ne kendi itibarı açısından sağlıklı bir şey yapmış olur, ne de ABD'ye bu coğrafyada gerçekçi bir rol üstlenme perspektifi verir. ABD'nin bu psikolojisi , er geç varıp bir yerlere toslayacaktır. Türkiye'ye şu anda, bölge ile ilgili her çevreyi aklı selim çizgisinde tutacak daha büyük sorumluluklar düşüyor. Bunun için öncelikle "kendine güven" ve "derin şuur" gerekiyor."

Bu satırların biraz açılmasını gerekli görüyorum.

Türkiye'de şu sıralar, "ABD'ye karşı nasıl bir tavır?" sorusunun cevabı aranıyor. Belli ki, Amerika açısından "tezkere oylaması" olmamış kabul edilemeyeceği gibi Türkiye açısından da "Wolfowitz-Grosman-Perle zılgıtı" olmamış sayılamaz. Kaldı ki bu zılgıt ABD'nin "Türkiye politikası"nın ipuçlarını da veriyor. Nedir bu?

-Öncelikle, ABD'nin tavrının "Türkiye'yi defterden silmek" olmadığı söylenebilir. ABD'nin ifade edilen "hayal kırıklığı" Türkiye'yi istediği yerde bulamamaktan kaynaklanıyor.

-ABD bölgede başka operasyonları da amaçlıyor ve o eylemlerde Irak'takine benzer bir "ayak sürüme"yi önlemeye çalışıyor ve Türkiye'yi kendi politikalarına "eklemlemek" istiyor.

Yani "savaşın galibi" olarak Amerika Türkiye'yi zorluyor.

Sırada Suriye ve İran operasyonları, belki başka operasyonlar var.

Bu operasyonları yaparken öncelikle "Komşuluk" ve "Müslümanlık" gibi rezervleri devreden çıkarmaya yönlendiriyor.

Yoksa... Yoksa'nın cevabında tehdit var.

Amerika, ünlü zılgıtla kimi zihinlerde sonuç almış durumda. Onlar "Ah - vah"lı söylemlerle, işi çabuk tutmamız ve peşinen Amerika'ya güven vermemiz gerektiğini söylemeye başladılar bile. Bu psikolojiyi "Amerika'ya güven, gerisini merak etme sen" biçiminde tanımlamak mümkün.

Türkiye için en yanlış tutumun "zılgıtı içselleştirme" ve "gönüllü eklemlenme" olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bu duruş, Türkiye'yi politikalarında kararsız, savrulan, perspektif belirlemekte zorlanan, karar mercileri darmadağın ve daha kötüsü vizyonsuz, düşük profilli bir ülke halinde gösteriyor. Bunun da sunucu, Amerika'nın bölgeye yönelik daha gözü karar eylemlere girişmesi ve Türkiye'den, çok daha düşük rollerde görev beklemesidir. Türkiye'yi bölgeye ilişkin emperyalist politikalarda bir "atlama taşı" olarak gören bir Amerika'dan söz edeceğiz o zaman.

Oysa farklı bir Türkiye profili gerekiyor.

Öncelikle böyle küstah bir zılgıta cesaret verecek bir görüntümüz olmamalıydı. Amerika'yı sürükleyen küstahlaşmış bir "Şahinler" grubunun varlığını da görmemize rağmen, Amerika'dan böyle görünmenin, peşin bir zaaf oluşturduğunu ifade etmemiz lazım. Bu görünüş yeni değil hiç kuşkusuz, Türk - Amerikan ilişkilerinde hep bu zaaflı görüntü sürüp gelmiş. Ve gün yüzüne çıktığında da haysiyet damarımız kabarmış ve gerilim oluşmuş.

Bu konumun değişmesi lazım.

Özal bir nebze, "Ortadoğu gerçeğini en iyi biz biliriz" yaklaşımıyla ABD'ye karşı bir "vizyon" önceliği kazanır gibi oldu ama onun politikaları da Birinci Körfez Krizi'nde tuşa geldi. Muhtemel ki Ortadoğu'da Amerika, pragmatist "Amerika'dan bile başka bir şey" oluyor.

Bilmiyorum Wolfowitz'li, Perle'lü, Cheney'li, Feith'li Amerika'ya bir şey anlatılabilir mi? Ama Türkiye'nin bir farklı duruş sergileme zorunluluğu vardır. Türkiye, tüm bu bölgeyi asırlarca yönetmiş Osmanlı gibi bir cihan devletinin mirasçısı olarak "kendine güven" ve "derin şuur-geniş perspektif" içinde Amerika'ya bazı şeyleri net net söyleme pozisyonu kazanmalıdır. Mesela neleri söylemelidir?

-Önce Amerika'nın bölgede sevilmediğini ve Washington'un ilk yapması gereken şeyin "Neden sevilmediğini sorgulamak" olduğunu,

-Amerika'nın bölgeye yönelik operasyonlarının "sömürge" çağrışımlarına yol açtığını, "özgürlük, demokrasi" gibi kavramların da sömgürgeciliğin makyajı gibi algılandığını anlatmalıdır. Bölgeye bir "neo kolonyalist - yeni sömürgeci" olarak gelmenin, hiçbir zaman kabul görmeyeceğini,

-İsrail'in Filistin'deki cinayetleri devam ettiği sürece, Amerika'nın İsrail'in bu cinayetlerinin destekçisi gibi görüldüğünü,

-Bölge halklarının, ABD'nin Irak'a yönelik operasyonlarının "Saddam'ın varlığı"ndan başka gerekçesi bulunmadığını düşündüğünü anlatmalıdır.

-Amerika'nın hesaplarının, bölgede Batı'ya en yakın ülke olarak Türkiye'de bile güvenlik kuşkusu ile karşılandığını, hem Amerika ile birlikte hareket edip hem de arkadan vurulma endişesinin bulunduğunu,

-Türkiye'nin, komşularıyla zaman zaman gerilimler yaşamasına rağmen "komşuluk" ve "Müslümanlık" unsurlarına dış politikada özen göstermesinin olmazsa olmaz gereklilik olduğunu, bir emperyalist güçle işbirliği yapıp komşuyu vurmanın Türk devlet geleneği ile bağdaşamayacağını,

-Amerika'nın, bir süper güç olarak tüm dünya ile olduğu gibi bölge ile ilgilenmesinin de normal olduğunu, ancak bu ilişkiyi, öncelikle "İsrail endeksli" yapmanın, sonra da "sömürge" çerçevesine oturtmanın daha baştan peşin tepkiler almakla sonuçlanacağını,

-Bu coğrafyanın bir "İslam coğrafyası" olduğunu ve bölgeye farklı bir medeniyet camiasından gelecek her girişimin istifhamlar üretmesinin kaçınılmaz olduğunu net olarak ifade etmelidir.

Sonuç olarak Türkiye'nin ABD'ye eklemlenip onun krizi derinleştiren politikalarını yeniden üretmek yerine, sağlıklı değerlendirmelerle bölgeye ilişkin yanlışları önlemek gibi bir misyonu bulunuyor.


10 Mayıs 2003
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED