AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Yerinde bir öneri: 'Sokak çocukları'yla 'kimsesiz kızlarımız' yuva kursunlar!

Şu gerçeği hepimiz biliyoruz: İstanbul da dahil olmak üzere dünyanın bütün büyük şehirlerinin sokaklarında evsiz barksız binlerce insan yaşıyor. ABD'de de böyle, Güney Amerika ülkelerinde de, Avrupa'da da... Evsiz barksız insan sayısı açısından aralarında farklar yok değil; nüfusları esas alınarak karşılaştırıldığında New York'un ve Paris'in "sefilleri" aynı sayıda olmayabilir. Avrupa fotoğrafında karşımıza çıkan "sosyal devlet"in varlığı, bu sayıyı ABD ya da Güney Amerika ülkelerine kıyasla aşağı çekmiştir de denebilir. Milyonlarca insanın sokakları doldurduğu Hindistan'tan hiç söz etmiyorum, çünkü orası bambaşka bir dünya...

Ancak, sokaklarında barındırdığı "sefiller" açısından İstanbul'un belki sadece Brezilya gibi bazı Güney Amerika ülkeleriyle birlikte paylaştığı bir özelliği var: Sokaklarında yaşayan "sefiller"inin büyük bölümünü "yetişkinler" değil de "çocuklar" oluşturuyor... Ortada bir tersliğin olduğu apaçık; New York ve Paris gecelerinde "kamusal alan"lar evsiz barksız yetişkinlerle doluyken, İstanbul'da bu alanları çocuklar doldurmuş...

Hani özellikle soğuk kış sabahlarında "bankamatik"e ulaşabilmek için henüz birbirlerine kuzular gibi sarılmış olarak uyudukları için üstlerinden atlamak zorunda kaldığımız "sokak çocukları"... Hem de anayasasında yazılı olan "sosyal devlet" ilkesinin değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğinin hükme bağlandığı bir ülkenin bir şehrinde....

Bu "terslik" üzerine ciddi olarak düşündüğümüz söylenemez. Tamam kabul; bazı bakanlıklar, bazı belediyeler, bazı dernekler üç beş senedir bir şeyler yapmaya çalışmıyor değil. Ama sonuç ortada: Yüzlerce ("yüzlerce" diyorum, çünkü ne sayıda olduklarını da kimse doğru dürüst bilmiyor) "sokak çocuğu" İstanbul hayatının ayrılmaz bir parçası olmuş durumda... Bu gidişle sayılarının hızla artacağını söylemek de bir kehanet değil; Türkiye "kapitalistleştikçe", köyden taşradan gelenler bencilliği en önde gelen "değer" olarak dayatan İstanbul'da bagajlarında bulunan değerleri hızla terkettikçe, bu artış tabii ki hızla devam edecek. Hele durun bekleyin biraz; İstanbul'un herşeye rağmen bugün hâla "en güvenli metropollerden" birisi olmasının da hızla sonu gelecek...

Birkaç gün önce İstanbul'da yaşanan olayı biliyorsunuz. Genç bir deniz subayı tartıştığı bir "sokak çocuğu" tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Olayın ertesi günü bir gazete olup biteni anlatmaya şöyle başlamıştı: "SAT komando Yüzbaşı Zeki Şen'in Taksim'de 3 tinercinin saldırısına uğrayıp öldürülmesi dikkatleri yeniden ıssız, arka sokaklarda yaşayan tinerci dehşetine çekti."

"Haberci refleksi" diyebileceğimiz bir tarzda kaleme alınan bu iki cümle aslında çok şeyi açıklıyordu. Yani önemli bir olay, bir cinayet oldu ve "dikkatlerimizi yine (...) tinerci dehşetine çekti."(!) Oysa epeyce zamandır benzer bir olay olmadığı için, bu "tinerci çocuklara" dikkatlerimiz hiç çekilmemişti!

Medyasıyla, polisiyle, belediyesiyle, "sosyal devleti" ile Türkiye işte böyle bir ülke... Dikkatlerimizin çok mu çok önemli bir sosyal meseleye çekilebilmesi için illâ ki birisinin, hem de "SAT komandosu" olduğu halde çocuklara "acıdığı" için kendisini koruyamadığı söylenen genç bir subayın cinayete kurban gitmesi gerekiyor... Yoksa, ellerindeki torbalardan zehir çeken ve İstanbul'da her adımda karşımıza çıkan çocuklar ne medyanın, ne de şehir polisinin ve "sosyal devlet"in dikkatini çekmeyecekti.

Olayın medyaya yansıma şeklindeki bir başka tuhaflık da şuydu: Gazetelerin neredeyse tamamı, bir cinayet dolayısıyla hatırlanabilen bir sosyal sorunu neredeyse tamamen bir "SAT komandosu"nun hayat hikayesine dönüştürmüştü. Öldürülen yüzbaşı Zeki Şen'in eğer isterse değil "üç tinerci"yi bir bölük tinercinin hakkından gelebileceği; "uykusuzluğa, açlığa, açık denize ve her türlü silaha karşı mücadele"yi nasıl iyi bildiği; "Cehennemi" atlatıp nasıl "sokakta öldürüldü"ğünü; tamamen "Acıma kurbanı oldu"ğunu, günlerce okuduk... Yani iş dönüp dolaşıp sonunda gazetelerimizin çok sevdiği bir konuya gelip dayanmıştı... Genç bir subay hayatını kaybetmiş, önemli bir sosyal sorun bambaşka bir yola girmiş önemli değil; ille de "SAT komandosu"nun nasıl yetiştiği meselesi...

Peki Türkiye giderek büyüyen ve bambaşka bir yola giren bu sosyal sorunla nasıl başedecek? Tabii ki herşeyden önce "bilgi" ile... Ama görülen o ki, bu konuda yine bir takım "Beyoğlu'nda göstermelik eylem"le yetinmek zorunda kalacağız. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah bakın nasıl bir yöntem öneriyor: "Doktor ve psikolog kontrolunde tedavi edilmeli. Tedavi süresince toplumdan tecrit edilmeleri gerekir. Rehabilitasyon sürecinin ardından, bu çocuklara yeteneklerine göre iş verilmeli. Ardından da evlendirilmeli, yuva kurmaları sağlanmalı. Örneğin kimsesizler yurtlarından kızlarımız var, onlar da anasız babasız. Bu çocukların, bu kızlarla yuva kurmaları ve hayata kazandırılmaları sağlanabilir."

Çözüm önerisini görüyor musunuz? Yetiştirme yurtlarındaki kimsesiz "kızlarımız"ın tedaviden geçmiş "sokak çocuklarımız" ile evlendirilmesi! Hiç fena bir öneri değil doğrusu... Yetiştirme yurtlarında o kadar kızımızı eğer böyle günler için değilse niçin yetiştiriyoruz? Hadi oldu olacak, emniyet müdürünün ardından bir öneri, daha doğrusu bir çağrı da ben yapayım: Heeey Yetiştirme yurtlarındaki kızlarımız! Valizinizi yaparak bir an önce yurtları terkedip siz de "sokak çocuğu" olunuz, çünkü emniyet müdürü size "tinerci çocuklar"la yuva kurduracak!


10 Mayıs 2003
Cumartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED