AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Sorgucu modernlik

Geçtiğimiz Pazar günü New York Times'ta Başbakan Tayip Erdoğan'la ilgili uzun bir dosya yayınlandı. Bir dönem gazetenin Kudüs temsilciliğini de yapan Deborah Sonntag uzun makalesinde Tayyip Erdoğan'ın siyasi portresini çizmeye çalışmış. Erdoğan'ın Amerika'dan nasıl görüldüğü, nasıl algılandığı hakkında ip uçları veren portre çalışması ortaya çıkmış.

Dosyanın temelde Erdoğan ve partisinin İslamcı olup olmadığı sorusunun cevabını bulmak için hazırlandığı anlaşılıyor. İslamcılık merkezli soruşturmanın görünürde birkaç önemli başlığı var. Eğer Erdoğan ve partisi İslamcı ise bu ne türden bir İslamcılıktır? Bu noktada cevabı aranan kritik soru, Türkiye'nin başbakanı olarak, defalarca İslamcı olmadığını açıklamasına ragmen her halükarda İslamcı bir eğilimi koruyorsa, bunun ne türden bir İslamcılık olduğudur.

Bu arada bir parantez açıp Batıda İslamcılıktan neyin kastedildiği ile Müslüman bir toplumda İslamcılık denilince neyin anlaşıldığı arasında önemli bir fark olduğunu belirtmekte yarar var. Zaten kavramsal olarak Türkiye'de bile çok tartışmalı olan İslamcılık tanım/larına dayalı bir siyasi analiz Amerikalı gazeteci tarafından yapılıyorsa sorun daha da karmaşıklaşıyor demektir. Buradan bakılınca, İslamcı sayılmanız için modern hayat tarzına ilişkin bazı çekincelerinizin olması yeterlidir. Nitekim New York Times'taki yazıda öne çıkarılan örnekler ideolojik olmaktan çok simgesel önemi olan konular. Mesela Erdoğan'ın, danışmanı Zapsu'nun kızlarıyla bir zamanlar yaptığının aksine olarak artık kucaklaşıyor olmasının bir modernlik göstergesi, daha doğrusu İslamcı olmamasının işareti sayılabilmektedir.

Cevabı aranan öncelikli soruya dönecek olursak, önecelikli sorun, İslamcı olsun ya da olmasın bu yeni liderin Amerika ile işbirliği yapmaya engel olacak türden düşüncelere sahip olup olmadığıdır. İslamcı ya da başka bir din/ideolojiyle ilişkisinin olup olmadığı öncelenmemektedir. Amerikalı bir okuyucu için de zaten başka türden bir yaklaşım tarzı ters gelebilirdi. 'Dünyaya nizam veren' bir ülkenin vatandaşı olarak söz konusu bir ülkenin liderinin her şeyden önce kendi ülkesi hakkında nasıl bir kanaat sahibi olduğu önemliydi. Fikir özgürlüğü gibi değerlerin en temel insan hakları arasında sayıldığını düşünen bir Amerikalı için bir başkasının inançlarından dolayı peşinen yargılanması yakışık almayacaktı.

Fakat yazıyı kaleme alan yazarın, yayınlandığı gazetenin konumu, etkisi göz önüne alındığında bilinçaltını deşifre eden asıl gündeme ilişkin satır aralarındaki değinmeler önem kazanıyor.

Niteliği sorgulanan İslamcılık Amerikan pragmatizminin sonucu gibi görünse de temelde söz konusu ilişkileri doğrudan ilgilendirmeyen tamamen biçimsel unsurların ısrarla gündeme getirilmesi, tümüyle bireysel tercihlere, hatta kendi dışındaki bir toplumun alışkanlıklarına, değer yargılarına ilişkin davranışlar birer gösterge sayılarak ideolojik çözümlemeler yapılmasıdır.

Bir kere, hakkında yazı yazdığı lideri, kendisini üstün amerikan/batı değerlerine kabul ettirmeye çalışan, bu konuda dersler alan örgenci konumunda gösteren uslüp tüm yazıya hakim. Sadece güçlü bir ülkenin başka bir ülke ile ilişkilerini değil 'üstün değerler'e sahip bir yargıcının karşısındaki adayı sorgulayan bir tarz.

Bu üstünlük duygusu doğal olarak biçimsel alana, bireysel tercihlere kendiliğinden kaymaktadır. Modern olmakla Amerika'yla işbirliği yapabilir olmak arasında kurulan ilişki gibi. Mesela Tayip Erdoğan'ı kendisinin "…Batı karşıtı çizgiden çıkarmak için çok ugraştığı"nı söyleyen Zapsu'dan yapılan alıntıda olduğu gibi: Zaten daha modern çizgiye kafaca daha ya(t)kındı…

Bir lideri modernlik kıstasında değerlendirmeye alınca, durum, modernliğin evrenselci iddialarını esas alan Batı merkezli dünya görüşü ile onunla aynı değerleri paylaşmayan farklı değerler sistemiyle hesaplaşmaya dönüşüyor. Erdoğan, Sonntag'a, dinin gereklerini yerine getirmeye çalışan bir Müslüman olduğunu, bunu siyasete taşımak gibi bir niyetinin olmadığını açıklasa da, modernlik onun kişisel tercihlerini de kuşatmaktadır.

Bu uslüp, 11 Eylül sonrası terörle mücadele adına Bush'un "hayat tarzımızı korumak için" başlattığı küresel devlet terörünün gerekçesinden farklı değil.

Evrenselci bir modernliğin farklı ama kaba yüzüyle karşı karşıyayız.

Fakat işin tuhaf tarafı, Türkiye'de iktidar olmuş siyasilerin bu sorgulamaya razı olmaları en azından böyle bir görüntü çizmeleridir.

Artık 28 Şubat'tan beri bir tür itirafçılığa dönüşen "ben değiştim, ben değilim" türü söylemlerin benzer biçimde uluslar arası ilişkilere taşınmış halinin son versiyonu. Türk medyası ve seçkinlerinin sorgulayıcı, buyrukçu ve biçimsel modernlik söylemlerinden hiç farkı olmayan bir modernlik sorgulaması…

New York Times'taki Başbakanla ilgili yazıyı okuyunca, geçenlerde, çok radikal bulunan ve değişmediği ima edilen Bülent Arınç'ın "Ben gençliğimde siyasal İslamcı idim, ama artık değilim" türünden "demokrat ve muhafazakar" itirafının ardından hatırlamadan edemedim.

Türkiye'deki siyasi baskılara alışık olanların örnek gösterdiği ABD özgürlüğünün aynı türden şekilci- buyurgan tavrı ile karşı karşıyalar.

Yazıda Metin Heper'in, Erdoğan'ın, Müslümanlara özgü, Weberyen anlamda 'Protestan ahlak'ını geliştirmeye çalıştığı tespitini tartışmayı daha analitik bir yazıya bırakarak, dikkatimi çeken bir başka noktaya değinelim.

Makalede, herkesin bir tarafa çektiği, biçim-format, modernlik dersi vermek istediği siyasi portre imajı aynı buyurganlığın örneği. Irak'tan başlayarak Ortadoğuya demokrasi getirmeye, adam etmeye çalışan buyurganlıkla aynı üslubu taşıyor.


15 Mayıs 2003
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED