AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bir yarışma vesilesiyle üniversite gençliği...

Birkaç gündür üniversite öğrencilerine hizmet alanında uzmanlaşmış bir vakfın öğrenciler arasında açmış olduğu bir yarışmaya gönderilen elliye yakın makaleyi okumakla meşgulüm. Türkiye'nin her tarafından değişik üniversite ve fakültelere devam eden lisans düzeyindeki öğrencilerden gelen farklı konulardaki makaleler öğretici olduğu kadar bazı temel eğilimleri tespit etme hususunda da önemli bir fırsatı oluşturmaktadır.

İçlerinde gerçekten de belli bir seviyenin üzerine çıkan, son derece başarılı ve umut vaat eden çalışmalara rastlamamız, karamsarlığın adeta tutsak aldığı bir dönemde bizim için büyük bir sevinç kaynağıdır. Yetmiş civarında üniversitesi ile Türkiye milyonlarla ifade edilen bir yüksek öğrenim gençliğine sahip bir ülkedir. Elbette ki pek çok sorunu var, arzulanan kalite seviyesine gelebilmiş değil, ancak mevcudu küçümsememek, gelinen noktayı iyi değerlendirmek gerekiyor.

İlk bakışta dikkatimi çeken şu oldu: Üniversite gençliği giderek artan bir hızla bilgisayarı, teknolojik vasıtaları, interneti ve yeni bilgi kaynaklarını kullanmaya çalışmakta ve bütün bunlardan yararlanmaktadır. Ancak yarışmaya gönderilen çalışmalarda öne çıkan üç temel sorun vardır ki bunların aşılmaması durumunda bir sıçrama yapmak mümkün değildir.

Gençlik tepkisel bir duruşa sahip...

Bu sorunlardan ilki özellikle sosyal, ahlaki ve dini konularda yazan öğrencilerde çalışmalara egemen olan tepkisel ve Batı karşıtı söylem. Bunu biraz açmam gerekir. Siyasette bu tür bir duruş mazur görülebilir, ama bilimsel ve akademik çalışmalarda tepkisel bir üslup baştan sona sorundur. Böyle olmasının anlaşılabilir sebepleri olabilir, ancak bunlar tepkisel tavrı haklı hale getirmez.

İmparatorluk geleneğinden gelen bir ülkenin evlatları olan bizler şu andaki sosyal, ekonomik ve siyasi halimizden pek memnun değiliz. Bunun faturasını da hep başkalarına kesiyoruz. Kendimizi ve gelişmeleri kritik edeceğimize hep başkalarının bizimle ilgili hesaplarını öne çıkarıyoruz ve onlardan dolayı böyle olduğumuzu söylüyoruz. Böyle bir yaklaşımın bize hiçbir faydası olamaz; ne problemleri anlarız ne de çözümüne katkıda bulunuz. Bu tepkisel ve Batı karşıtı söylemin terk edilmesi gerekmektedir. Bilhassa Avrupa Birliğine tam üyelik, ahlaki çöküntü, televizyonun toplum üzerindeki etkileri gibi konularda yazılan yazılarda bu tepkisel ve Batı karşıtı üslupla karşılaşmamız "herkes bize düşman", "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok!" söyleminin bir sonucu olmalıdır.

Akademik yöntemler bilinmiyor...

İkinci temel sorun, akademik çalışmaların aynı zamanda belli şekil şartlarına bağlı olması gerektiğinin öğrencilerimiz tarafından bilinmediğidir. Üniversitelerde Araştırma Yöntemleri dersleri okutulduğu halde hiçbir öğrenci bir kitabın künyesini nasıl yazacağını bilmemektedir. Ayrıca bu konuda tam bir karmaşa vardır. Herkes farklı standartlar kullanmakta, gelişigüzel bir sistemi uygulamaktadır. Bu Türkiye'nin ciddi bir sorunudur ve sadece Milli Kütüphane Enstitüsünün yönteminin bir Türkiye standardı olarak benimsenmesiyle çözümlenebilir. Bir tür snobizm gibi kimisinin ABD sistemini, kimisinin Avrupa sistemini taklit etmesine lüzum yoktur.

Üçüncü temel sorun ise nerede ise tüm katılımcıların çalışmalarına egemen olan anlayıcı, açıklayıcı ve yorumlayıcı üsluptan çok tebliğ edici, öğretici ve normatif bir üslubun öne çıkmasıdır. Bu durum elbette sadece sözünü ettiğim bu yarışma için geçerli değil. Aslında akademik hayatımızın ve bilimsel çalışmaların genelinde de benzer problemi gözlemek mümkündür.

Üniversite öğrencisinin idealist, heyecan dolu ve gözlemlediği sorunları çözmek için birtakım reçeteler önermekte oluşu dikkate alındığında bu durum normal kabul edilebilir. Ancak bu yaştaki gençlerin normatif düşünmekten ve problemleri çözmeye yönelmekten çok anlamaya ve açıklamaya yönelmeleri gerekir. Anlamadan ve niçin öyle olduğunu açıklamadan çözümler geliştirmenin imkansız olduğu bilinmelidir.

Normatif bir gelenekten ve kültür ortamından gelenlerin anlamaya ve açıklamaya yönelmelerinin zorluğunu kabul etsek de uzun öğrenim yıllarında gençlere bu özelliğin kazandırılması başarılmalıdır. Üniversite gençliği bir ideolog gibi kendince doğru olanı tebliğ etmekten, kendi normlarına başkasının uymasını istemekten önce tanımladığı sorunun niçin öyle olduğunu, onun öyle olmasını sağlayan faktörlerin neler olduğunu açıklamaya çalışmalıdır. Bu yöntem sadece akademik çalışmaların kalitesini artırmayacak aynı zamanda çoğulcu bir toplum anlayışının gelişmesine de katkıda bulunacaktır.


15 Mayıs 2003
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED