|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İki hafta önce Türkiye'deki TV kanallarının birinde yerel yönetimlerle ilgili bir tartışmayı izledim. Birisi eski, iki belediye başkanı, iki de uzman katılmıştı programa. Konu da, yeni Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı vesilesiyle demokrasi-yerel yönetimler ilişkileri idi. "Yerel yönetimlerin yetkileri genişletilmeli mi?" sorusu tartışmaların ağırlık noktasıydı. "Yok" diyordu, CHP'li eski bir belediyeci yeni milletvekili, "Yerel yönetimlerin yetkilerini daha fazla genişletmeye gerek yok". Yeni tasarıda, bu yetkilerin genişletilmesi ile ilgili maddeleri eleştiriyordu. "Biz eski yasa ile gül gibi idare ettik, bizden sonra gelenler de etsin" havasındaydı. Havası buydu ama, meselenin özü başkaydı. Meselenin özünü, tanıtım altyazısında 'şehir planlamacı' yazan genç bayan uzman dile getirdi. "Mesele, vergi verenlerin ödedikleri vergiyle ilişkileridir" dedi. Yerel yönetimlerin de, Türkiye'nin de esas sorununun bu olduğunu anlattı tane tane... Vergi verenlerin ödedikleri vergiye yabancılaştırıldıkları vurguladı. Ve sanki yerel ve ülke bazında yapılan harcamaların onların cebinden değil de, 'devlet' denilen bir kasadan çıktığını sanar hale geldiklerini söyledi. Bunun böyle zannedilmesi için özel olarak çabalar harcandığını da söylemeyi ihmal etmedi. Bu pırıl pırıl uzmanın söyledikleri çok ilgimi çekti. "Yapılan herşeyin parasını biz veriyoruz aslında" diyordu. "Herşey bizim verdiğimiz vergilerle yapılıyor" Arkasından soruyordu: "O zaman, yerel ölçekte de ülke genelinde de ödediğimiz vergilerin nereye harcanacağı konusunda söz sahibi olmamız gerekmez mi?" Bu, özellikle yerel yönetimlerde çok somut bir ilişki... Bunun için yerel yönetimlerin yetkilerinin daha da genişletilmesi ve yetkinin yerel halkın elinde olması lazım. En azından ödenilen vergilerin bir bölümü için yerel halkın yetkili olması, yerel demokrasinin gelişmesi için bir zorunluluk. Yerel halkın, ödediği vergilerin karşılığında ihtiyaçları olan hizmetleri talep etmeleri, çeşitli mekanizmalar yoluyla, alınacak kararlarda söz sahibi olmak istemeleri, yerel demokrasinin şartlarından biri. Eski başkan bu mekanizmaların yaygınlaştırılmasını uygun görmüyordu. Yerel demokrasiyi, partisi olan CHP'nin genel devletçi ve merkeziyetçi yaklaşımı çerçevesinde hatta tehlikeli buluyordu. O nedenle yeni tasarının, yerel yönetimlerin yetkilerini genişleten hükümlerine karşı çıkıyordu. Mesele, tabii ne yerel demokrasinin genişlemesine karşı çıkan eski başkan ne de CHP... Mesele, daha doğrusu Türkiye'nin meselesi, o uzmanın söylediği önemli yaklaşımda düğümleniyor. "Vergisini ödeyen vatandaşın, ödediği vergiyle ilişkisi koparılıyor" "Devlet istediği harcamaları, dilediği gibi yapıyor." Vergi veren vatandaş ise, "Benim paralarım nerelere harcanıyor?" diye soramıyor bile... Son örneği, AWACS erken uyarı uçakları... Neticede 1.5 milyar dolarlık bir alışveriş. Öyle sıradan bir alım değil. Vatandaşların ödedikleri ve ödeyecekleri vergilerden yapılan bir harcama. Yasal olarak, tahsil edilen vergilerin nereye, nasıl harcanacakları Meclis'in denetiminden geçmesi gerekiyor. AWACS'lar'ın çok gerekli olduğu yazıyor bazı arkadaşlarımız. Helikopter ihaleleri, AWACS alımları, uçak ve tank yenileme projeleri... Türkiye dünyanın en büyük silah alıcılarından biri haline geldi. Milyonlarca çocuk okula gidemiyor, milyonlar sağlık hizmetinden yoksun ve milyonlar boğaz tokluğuna dahi çalışacakları bir iş kapısı bulamıyorlar. Bu alımları sorgulamak yerine Meclis denetiminin gerekliği olduğunu söyleyen Savunma Bakanı'na kızanlar bile var. Oysa denetim yok. Denetim niyeti var sadece. "Gelin Meclis denetiminden geçirelim" diyorlar. Zaten askeri harcamalardaki Sayıştay denetimi bir süre önce kaldırılmadı mı? "Denetimi kendileri yapıyor" deniliyor. Tamam da, o yeterli değil. Vergi ödeyenler adına Meclis denetim yapamıyorsa, demokrasinin olmazsa olmaz kuralı nasıl işleyecek? Bu alımların gerekliliği, Türkiye'nin öncelikleri, parasının olup olmadığı meselesi bir kenara... Bunları sorgulayan bir vergi mükellefi de, hükümet de yok. Medya zaten bu işlerle ilgilenmiyor. Buna rağmen, son günlerde askerlerin rahatsız olduklarını dile getiren ya da ima eden yazı ve yorumlara sıkça rastlıyoruz. Bu rahatsızlığın nedeni acaba sadece, laiklik karşıtı olduğu iddia edilen bazı uygulamalar ya da atamalar mı? Veyahut, AB üyeliği yolunda, MGK'nın yetkilerinin kısıtlanması ve askerlerin sivil yönetim üzerindeki etkisinin azaltılmasına ilişkin yapılan çalışmalar mı? Yoksa, TV'de izlediğim o genç uzmanın dediği gibi, AB'ye tam üyelik durumuda, mükelleflerin ödedikleri vergilerin hesabını sorabilecekleri bir sistemin gelmesi ihtimaliden duyulan tedirginlik mi? Türkiye ne zaman demokratik bir ülke olur? Vergi verenler, ödedikleri verginin hesabını korkusuzca sormaya başladıkları zaman.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |