|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
MÜSİAD için geçen yıl hazırladığımız multivizyona bu başlığı vermiştik. "Yarın dolar ne olacak?" Ekonominin ve siyasetin içine düştüğü girdapta, Türk insanının daralan ufkunu ve sadece günü kurtarmaya yönelik endişelerini yansıtıyordu. Türkiye özelinde karikatürize olan bu buhranlı ruh hali, esasında globalleşen ve değişen dünyamızın içine düştüğü karamsarlığın bir yansıması sadece. Gelişen teknolojiler, üretimden tüketime, piyasa fiyat mekanizmalarından siyasete, sanayileşme çağına ait tüm iktisadi, siyasi ve sosyal yapıları zorluyor. Eskinin yapıları, değişime kısmen ayak uyduruyor, kısmen de direniyor. Sonuçta önümüzü göremediğimiz sancılı bir dönüşüm sürecinde ancak kısa vadeli hedeflere tâbi oluyor, doların yukarı ve aşağı hareketlerinden medet umuyoruz. ... Şüphesiz ki, doların son bir aylık serencamı ile geçtiğimiz kriz döneminin hareketleri arasında ciddi farklılıklar var. Irak savaşı öncesinde gerek yurtdışında, gerekse Türkiye'de oluşturulan hava, petrol fiyatlarının ve doların yükseleceği yönündeki beklentileri arttırmış, ancak artışlar beklentilerin hayli altında gerçekleşmişti. Mart ayının son haftasında bankalararası piyasada 1,8 milyona merdiven dayayan dolar kuru, Nisan başından itibaren gösterdiği düşüşünü hâlâ büyük ölçüde sürdürüyor. Pazartesi günü 1,5 milyon sınırının altına inen dolar, ancak Merkez Bankası'nın bu yıl ilk defa uyguladığı doğrudan alım müdahalesi ile günü bu sınırın biraz üstünde kapattı. Bankanın günlük olarak yapmaya başladığı alım ihalelerine, 20 milyon dolarlık azami günlük limitin hayli üzerinde talep gelmeye devam ediyor. Düşüşün ağırlıklı olarak dolarda yaşanıyor ve euro'nun da bilakis yılbaşındaki değerine yakın seyrediyor olması, gelişmelere ayrı bir ilginçlik katıyor. Nitekim, yılbaşından bu yana döviz tevdiat hesaplarında dolar bazında yaşanan % 5'lik azalışta, dolar hesaplardaki daralmanın büyük etkisi var. Euro ve diğer döviz cinsi hesaplarda ise belli bir yükseliş söz konusu. Ancak yine de Nisan'da TEFE bazlı endekse göre TL, döviz karşısında % 3 oranında değer kazanmış ve böylece yılbaşından beri TEFE'de % 4,4'lük bir artış olmuştur. Bu süreç, özellikle reel faizlerin düşüşü ile getirisi artan bono ve tahvillere olan talebi de arttırmış durumda. Doların düşüşünü açıklarken, tersine bir ilişki de kurmak mümkün. Reel faizlerin düşüşü ile değerlenen TL, ters para ikamesi başlatmış yorumunu da yapabilirsiniz pekala. Bu sebeple süreç, kendi kendini besleyen bir döngüye dönüşme tehdidi ile karşı karşıya kalmış ve bu tehdit, Merkez Bankası'nca algılanarak yerinde bir müdahale gerçekleşmiştir. Orta vadede doların düşüşü, iki soruyu gündeme getirmekte. Bunlardan ilki, dış ticaretle ilgili. Dövizdeki düşüş sürerse veya en azından TL karşısında değer kaybı devam ederse bu, ihracatı azaltıp ithalatı körükleyerek dış ticaret açığını arttırmaz mı? Teorik olarak bu soruya endişeleri haklı çıkaracak bir cevap verilebilirse de, dış ticaret yapımız ortaya konulursa, bu endişenin fazla abartılmaması gerektiği anlaşılır. Zira Türkiye'nin ihracatının yarısından fazlası, ithalatının da yaklaşık % 44'ü, Avrupa Birliği ülkeleri ile. Burada önemli olan sadece doların değer kaybı değil, dolar/euro paritesi. Tabii ki gelişmeler, uluslararası ticarette coğrafi bir ikameye sebep olabilirse de, tahminimiz dış ticaret açığının tehlikeli boyutlara ulaşmayacağı yönünde. Hatta girdilerini uluslararası piyasalardan dolarla alıp, ürünlerini euro üzerinden satan ihracatçılar ciddi kârlar elde edebilecektir. Kaldı ki, başta SARS olmak üzere çeşitli sebeplerle turizm ve işçi dövizleri gibi diğer girişlerin artacağı düşünülürse, dış ticaret açığının cari açığa etkisinin fazla olmayacağını tahmin edebiliriz. Nihai kertede kurlar dalgalı olduğundan, döviz ihtiyacı arttıkça kurlar da yeniden yukarı çıkacaktır. İkinci endişe, sıcak para akımlarıyla ilgili. Düşük kur seviyeleri, reel olarak düşse de, nominal olarak yurtdışındaki kısa vadeli yatırımcılar için hâlâ cazip seviyelerde olan faizlerle birleşince ülkeye sıcak para akışı olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta var. Özellikle bankacılık sektörünün açık pozisyonlarını denetim altına almak gerekmektedir. Bu konuda Merkez Bankası ve BDDK'nın üzerine önemli bir görev düşüyor. İkinci olarak, yurtdışına sermaye çıkışlarına cüzi bir vergi konulmasının tam zamanı olduğunu düşünüyorum. Literatürde Tobin Vergisi olarak bilinen bu tip bir vergi, özellikle kısa vadeli giriş ve çıkışların istikrarı bozucu etkisini vadenin uzamasına sebep olarak kısmen de olsa azaltabilmektedir. Endişe edilmezse, endişe edilecek bir şey yok. Doların yarın ne olacağını çok fazla takmayın kafanıza. Ufkunuzu genişletin ve değişimi okumaya çalışın. Uzun vadede ancak böyle kazanabilirsiniz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |