|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'de öne çıkan herhangibir tartışma konusu yok ki bu, dinle ilişkili olmasın. Irak savaşında can verecek askerin şehit sayılıp sayılmayacağı bile dinle ilişkili... Öyle ya, laiklik konusunda son derece duyarlı bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri, savaşa yollayacağı askerini şehit olacağına inandırmak, bunun için de dinin onayını almak zorunda... Ne garip, Ordu'dan "irtica" suçlaması ile subay ihracı da din ile alakalı... İslam'la ilişkisi TSK standardına uymadığı kararlaştırılan yılların subayı, kendisini Ordu dışında buluveriyor... Üstelik ihraçtan sonra bir çok müeyyideyi de sırtında taşıyarak... Dindarlığı ile TSK sevgisi arasında gelgitler yaşayarak... Partiler hakkında takibat yapıp dosya tutmaya başlayan Cumhuriyet Başsavcılığının ana çerçevesi de partilerin dinle ilişkisidir. Bir depremi tartışırken bile yolumuz gelip dinle buluşur ve olaya dini yorum getirmeye yeltenenler kendilerini hapiste bulurlar... Yılbaşı eğlenceleri de, şarkı sözleri de... Partiler, halkla ilişkilerinde toplumun İslam'a yakınlığını dikkate almak zorundadırlar... "Din istismarı" diye bir kavram Türkiye'nin her zaman en güncel kavramıdır. "Holding furyası" gurbetçi yurttaşlarımızın dini duygularını da kullanarak gerçekleşmiştir ve ardında ciddi facialar bırakmıştır... En son gündeme gelen Endüstri Holding faciası ile halka "paralarınızın üzerine bir bardak soğuk su için" diye seslenenler, bu noktaya utanç verici bir istismar kanalından gelmişlerdir. Son 5 yıl içinde üniversitelerin kapısında yaşanan başörtüsü dramı, sistemle din arasında kurulamayan bir ahenk sorununun göstergesidir. Başörtüsü sebebiyle görevden alınan binlerce bayanın durumu da, kendilerini sürekli gözaltında hisseden eşi başörtülü kamu görevlilerinin durumu da... Diyanet bile sorundur Türkiye'de... Din eğitimi vermek üzere sistem tarafından kurulan İHL'ler bile sorundur. Hatta Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri de... Bir gazete, bir Atatürk heykeli önünde çarşaflı Türk kadınlarının fotoğrafını basar ve altına "İşte çağdaş Türkiye" diye üç kelimelik bir resim altı yazar. Bu da işin medya boyutunda bir "dinle ilişki sorgulaması"dır. Bir gazete "Milli Eğitim Komisyonu'nun üçte biri dinci" diye başlık atmış... "Dinci..." Ölçmüş, biçmiş ve "dinci" olduğuna karar vermiş 18 kişinin... Medya ve din alanı, kimi zaman cehaletle, kimi zaman saldırganlıkla, kimi zaman tartışmalarla renklenen sürekli sancı alanıdır. Türkiye - AB ilişkilerinin bile gelip "Türkiye'de dinin konumu" meselesine dayanacağını düşünür müydünüz? Öyle olmuştur. "Türkiye AB ile bütünleşirse, insanların dinle ilişkisi kontrol dışına çıkabilir mi?" sorusunun düne kadar "dindarlığı dönüştürmek amacıyla" en keskin biçimde "Batıcı - çağdaşlaşmacı" kulvarda koşan kimi kesimlerin uykusunu kaçırdığını nasıl görmezden gelebiliriz? Amerika bile, İslam coğrafyasına yönelik politikalarını belirlerken, Türkiye'den yola çıkarken, doğru veya yanlış bir çerçevede "İslam vakıası"nı dikkate alma gereğini duyuyor. Bir İslam'ı alıp, öteki İslam'a karşı kullanmak... Din istismarının Amerikancası... Ne yapmalı? Türkiye, Anayasasında laiklik ilkesi bulunan bir ülke... Laiklik, din - devlet - toplum ilişkilerini düzenlemeyi amaçlayan bir ilke... Ama o da toplumda yaşayan gerçekleri görecek biçimde sağlıklı bir tarife kavuşturulamadığı için, sancı sürüp gidiyor. Türkiye'de "din eğitimi" devletin kontrolünde yapılır. Devlet din eğitimini özel alana bırakmaz. Peki 80 yıl içinde din eğitiminde sorunsuz bir yapı oluşturulabildi mi? O da yok... Çünkü şayet devlet 80 yıl içinde hiç olmazsa kendi din çerçevesini empoze edebilseydi, din konusu, toplum - devlet ilişkilerinde soruna yol açmazdı... Oysa o alan hala ciddi sorunlar taşıyor. Ne demeli? Demek bu yöntemle olmuyor.... Bu yöntemle, yani yukarıdan aşağı, din - toplum ilişkilerini yönlendirmekle olmuyor. Bunun, yani tepeden inmenin eğitimi de sonuç vermiyor. En ilginci de şu: Bir seçim yapmışsınız, en demokratik şartlarda halkın görüşüne başvurmuşsunuz ve halk ortaya, dini hassasiyetleri bilinen bir kadroyu tek başına ve etkin bir çoğunlukla iktidar olarak çıkarmış... Din ve halk ilişkisi, en hakim gerçek olarak gündeme gelmiş... Ne yapmalı? Sancıyı sürdürmek mi, yoksa bir aklı selim yolu bulmak mı? Kimileri kimi duyguları kanatmak için çırpınıyor. "Güç odakları"nı teyakkuz durumuna sokma çabaları gözleniyor. Bunlar Türkiye'ye kaybettirir. Yıllarca daha kaybettirir. Makulü bulmak... Toplumun İslam'la deruni bağlarını görmek ve buna saygı duymak... Mesela bu iktidarı döverek onu bir kuşa benzetmek veya çatışarak ülkeyi sancılara sürüklemek değil, halkın bu iktidarla verdiği mesajı kavramak ve bir iletişim alanı oluşturmak... İktidara da düşen ne kuşa çevrilmek ne de çatışmayı yöntem olarak benimsemektir. Makul iletişim ortamı... Bunu oluşturmak da her çevre için azımsanmayacak bir olgunluk gerektiriyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |