T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Güzelliğin on para etmez, o sendeki güç olmasa

Hastalıklı bir güzellik anlayışı yerini iyiden iyiye sağlamlaştırıyor. Çizgi filmler ve oyuncak sektörü küçüklerin; filmler, moda sektörü ve magazin basını başta olmak üzere topyekûn medya dünyası yetişkinlerin beğenilerini arsızca biçimlendiriyor ve onlara hep aynı kadın modelini sunuyor. Vücut ölçüleri belirlenen "ideal" ölçülere uygun olarak santimetrelerle sınırlandırılmış, modern, şık, özgür ve mutlaka sarışın kadın tipini... Ve bu tip, baskın kabulün içinde gittikçe zayıflayan bir kaç itirazın dışında öyle kabul görüyor ki; bugün artık bu anlayışa karşı durmak, "çirkin" olma / kalma ya da "ben böyle de güzelim" diyebilme gücünü hızla siliyor.

Hemen hemen her şeyde olduğu gibi, popüler kültürün de belirleyicisi ve en güçlü taşıyıcısı konumundaki medyada yer alan kadınlar birbirlerine o kadar benziyor ki; isimler, cisimler değişse de, ekranlarda hep aynı kadın tipi, hep aynı yüz sürdürüyor hükmünü. Sokaktaki sıradan kadınlar için de bu artık böyle. Artık herkes birbirine benziyor. Benzemeyenler de benzeyebilmek için dayatılan bu modele, medyanın asla vazgeçemediği diyet listelerinden birini uygulayıp saçlarını sarıya boyatarak imkanları ölçüsünde ya kendilerini değiştiriyorlar ya da "suçlu" psikolojisiyle sus pus oluyorlar. İş öyle çıktı ki çığrından, medyanın "hadi bakalım, şu şu kadınları da bi değerlendiriver" çağrılarına uyan güzellik uzmanları, iktidardaki politikacıların türbanlı eşlerinin güzelliklerini sayfa sayfa derecelendiriyor. Sırtlarını dayadıkları gücün de etkisiyle, ne giyilip ne giyilmemesi gerektiğini öğütleyip, beğenmediklerini büyük purtolarla bir güzel azarlıyorlar!

Oysa güzellik, herhangi bir ölçüye / hele ki tek ölçüye asla vurulamayacak, göreceli bir kavram. Değişken de. Geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısına ait sararmış fotoğraflarda gördüğümüz ve o yıllarda pek "makbul" bulunduklarını öğrendiğimiz geniş gerdanlı, müthiş bir kavisle kıvrılan ipince kaşlı, takma kirpiklerin de ağırlığıyla baygın bakışlı, bol pudralı, al yanaklı, ince dudaklı kadınlar basbayağı "tombul"muş. Bugünün tam aksine yani. Şimdi moda olan güzellik ise, esas olarak zayıflık üzerine kurulu. Kaburgaları sayılacak kadar zayıf, uzun boylu, uzun bacaklı, iri dudaklı, keskin bakışlı kadınlar sunuluyor model olarak. Oysa, Batının, özellikle de Amerika'nın empoze ettiği, gözünü oralardan, oralardaki moda merkezlerinden ayıramayan medyamızın da koşar adım taklit ve tekrar ettiği bu yeni tip güzellik anlayışı, hem tıbbi açıdan hem de dayatılanın gönül rızasıyla kabul görmesi bakımından "hastalıklı" bir güzellik anlayışı. Zira bu anlayışın sersemlemiş gönüllü uygulayıcıları, hakikaten açlık sınırında beslenip, paralarını, dikkat ve enerjilerini biçilen kalıba uyabilmek için harcıyorlar.

Anglo-kapitalist değerlerin, normların ve bu anlayışın tüm dünyaya pazarlandığı, insanların zihninin / beğenilerinin şekillendirildiği koskoca bir sistem var karşımızda. Yaptığı filmlerle kendi değerlerini, kültürünü yerküre üzerinde yaymayı başaran Hollywood, ekonomisini ayakta tutan ürünlerini cafcaflı hilelerle pazarlayan reklam sektörü, yerel güzellik anlayışını hiçe sayarak tek tip fizyolojik özellikleri dayatan güzellik yarışmaları ve daha başka bir sürü şeyle birlikte bunların hepsini hemen hemen her eve sokan global medya ilk akla gelenler. Oyuncak sektörünü, özellikle de taptaze dimağları henüz bir hamurken tahrip ederek şekillendiren, 1959 yılından bu yana 150 ülkede 1 milyardan fazla satılan sarı saçlı, ince belli, süslü bebekleri; Barbi'leri de unutmamak gerek tabii.

Ne acıdır ki; etrafımızı dört koldan kuşatmış olan bu komleks yapının karşısında esaslı bir "güzel" duruş için ne kadar donanımsız ve gönülsüzüz! Kendimizi, sahip olduğumuz değerlerin güzelliğini, omurgalarımızın varlığını unutmuş olmalıyız. Unutmasaydık eğer, kadın cinsini olabilecek en iğrenç formda aşağılayan sirkleri / güzellik yarışmalarını bu kadar baş tacı eder miydik? Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı torunu bir Türk kızının; Keriman Halis'in güzelliğinden dolayı mı yoksa nihayet dize getirilmiş bir milletin evladının, gücünden başı dönmüş dünyanın karşısında "kendi"liğinden soyunması başarıldığı için mi ödüllendirildiğini nihayet anlamış, onunla başlayan isterik halimizin bu kadar uzun sürmesini önleyebilirdik. 1950'li yıllardan bu yana hiç aksatmadan yapılan ve çoğunluğu üçüncü dünya ülkelerinden olmak üzere 1 milyarı aşkın insanın canlı olarak izlediği son Dünya Güzellik Yarışması'nı da daha farklı algılayabilirdik. Yine bir Türk kızı, mayolarından kan damlayan "güzeller" arasından birinci seçildiği için göğsümüzün nasıl da kabardığından bahsetmek yerine, oracıkta, o an utançtan ölüverirdik. Unutulacak bir aşağılanma değil çünkü bu.

Biliyorum; yönümüzü, yüzümüzü Batı'ya çevireli çok oldu ama önümüze düşen gölgemizden korkmak yerine, "güzeli" keşfetmek için kendimize dönüp bakalım ve "başkalarının rüyalarına yakalanmak yerine kendi rüyalarımızı üretelim" artık. Yoksa, batıya gide gide doğuyu, kendimizi bulma umudundan başka tutunacak dal kalmıyor geriye.


4 Ocak 2003
Cumartesi
 
FADİME ÖZKAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED