|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DAVOS (İsviçre) - Buradan bize yansıyan, 3 Kasım'la başlayan yeni süreçte, Türkiye'nin, dünyanın merak ve ilgisini uyandırdığı... Dünya Ekonomik Forumu'na ilk yıllarından itibaren katılanlar, çok sık değişen, bazen bir 'umut' bazen 'umutsuz bir vaka' olabilen fazlasıyla kırılgan bir 'Türkiye' imajına sahipler... Davos'ta bu yılın ilgi odağı, yeni bir yolun başında olduğuna herkesin bahse girmeye hazırlandığı Türkiye idi... Kiminle konuşsam sohbetin tek bir noktada kilitlendiği görülüyor: Avrupa Birliği (AB)... Türkiye'nin geleceği AB üyesi olabilmesiyle yakından ilişkili; buna kuşku yok... AB'ye üyelik kapısını açacak tek bir anahtar bulunuyor: Kıbrıs... Yunanistan'ın AB üyesi olduğu, Kıbrıs'ın Rum kesiminin 'Kıbrıs Cumhuriyeti' adıyla üyeliğinin kesinleştiği bir ortamda, uzun yıllar kapının dışında beklemeye mecbur edilmesi, Türkiye için katlanılabilecek bir durum değil. İçeri girmesi ise, Kıbrıs konusundaki ihtilâfın çözülmesiyle irtibatlı. Basit bir denklem söz konusu: Kıbrıs'ta çözüme ulaşılmadan, Türkiye, AB üyesi olamaz; buna karşılık, iki toplumlu, egemenlik haklarına riayeti esas alan, eşitlikçi bir formül dışındaki bir çözümü de Türkiye kabul edemez... BM genel sekreterinin adını taşıyan Annan Planı Türkiye'ye bu fırsatı sağlıyor... Bu fırsatı elinin tersiyle ittiği halde AB'ye girebilmesi ise mümkün değil Türkiye'nin... "Mümkün" diyenlerin, Kopenhag Zirvesi'nden çıkan Türkiye ile ilgili kararın 'Kıbrıs' bölümüne bakmaları yeterli. Türkiye için 'Kıbrıs'ta çözüm' AB üyeliği için bir gerek-şart... Bunu hükümet biliyor, Türkiye'deki yerleşik düzen biliyor, Kıbrıs halkı ve Rauf Denktaş da biliyor... Hükümet ve Kıbrıs halkı çözümden yana tavır almışken, yerleşik düzen çözüme direniyor... Burada nâzik bir noktayı dikkatten kaçırmamak gerek: Pazarlığa açık unsurları bir tarafa bırakılacak olursa, Annan Planı'nda öngörülen 'çözüm', aslında, Denktaş'ın yıllardır savunageldiği ilkeleri neredeyse bütünüyle yansıtıyor. Birkaç rötuşla, plan, Türkiye ve Kıbrıs Türkü'nün içine sindireceği bir biçim alabilir. Nitekim, Türkiye'deki bazı çevrelerin isteksizliği gözlerden saklasa bile, plandan esas sıkıntıyı Kıbrıslı Rumlar'ın duyuyor olması da bu gerçeği yansıtıyor. Glafkos Klerides'in, "Rauf gitmemeli" temennisinin altında da bu gerçek yatıyor... Türkiye, AB üyeliği karşılığı, Kıbrıs'ı feda edecek değil; bu sebeple, Annan Planı hayati noktalarda gerçekten 'sakıncalı' bulunuyorsa, Abdullah Gül hükümeti, AB'yi bir an olsun düşünmeyerek, planı geri çevirebilir... Ancak bu durumda sıkıntı sona ermiyor; çünkü Kuzey Kıbrıs'taki siyasi dengeler Annan Planı ekseninde çözüm isteyenler lehine hızla değişiyor... Kuzey'deki değişim kullanılan dilde de kendini gösteriyor. Siyasi zeminin ayağının altından kaydığını hissedenler, sorunu, arkaik bir dile kilitleme çabasına giriyorlar. "Milli dâvâ" ve "Hâinler" türü zor kullanılması gereken sözcükler, böyle bir ortamda, zahmetsizce havada uçuşabiliyor. Kıbrıs, her yönüyle, Türk iç siyasetini de derinden etkilemeye başladı. Davos'ta katıldıkları platformlarda söylediklerine ve özel sohbetlerde verdikleri mesajlara bakılırsa, hükümet ve Ak Parti çevreleri, bu durumdan, daha önce sezdirmedikleri kadar büyük rahatsızlık duyuyorlar... Önümüzdeki hafta Kıbrıs konusunda hükümet için bir sınava dönüşebilir. Bir yanda, AB kilidini açmasın diye Kıbrıs anahtarını kullandırmak istemeyen, bunun için Kıbrıs Türkü'nü yabancılaştırmayı bile göze alabilen 'yerleşik düzen', diğer yanda da Türkiye'nin AB perspektifinden sapmamasını temel hedef haline dönüştürmüş hükümet... Ak Parti hükümetinin iktidarını Kıbrıs'la budamaya çalışanlara karşı, hükümetin, muktedir olmak için Kıbrıs'ta cesur adımlar atmaktan başka çaresi yok... Buraya taşıdığı 'Irak inisiyatifi' ile Avrupa'da da takdir toplayan hükümetin, bu yeni kazanılmış itibarla, Kıbrıs'ta çözümü zorlaması daha kolay.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |