|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Kendi şiirlerimi bir okuyucu gibi okurum. Özellikle yayınlandıktan sonra. Başka şairlerin getirdikleri şiirleri okuduğum gibi. Ben de şiirimin bir okuyucusuyum. Tabiî öteki okuyucularla önemli bir farkım vardır: Onlar okuduklarıyla vehmederler. Şiirden aldıkları, büyüttükleri kendi içlerindeki bir kabiliyettir. Gördükleri eğitimle ve meslekleriyle de ilgili olarak çoğalmış veya eksilmiş hatta bitmiş bir kabiliyet. Bense anahtarı yalnız bende bulunan bir odaya girer gibi okurum kendi şiirimi. Onun hatıraları bendedir." Yukarıdaki satırları, Cahit Zarifoğlu'nun günlüklerini içeren "Yaşamak" adlı kitabın "Sarıkamış, 5 Ekim" tarihli bölümünden alıntıladım. Bilindiği gibi söz konusu eser, biz okuyucular(ı) nezdinde, bir 'günlük' olmasının çok ötesinde, özellikle Zarifoğlu'nun şiir duyuşunun anlamı ve poetik yaklaşımlarının içeriği açısından her zaman dikkatli okumalara sebep olmuştur öteden beri.. Hiç şüphe yok: Şairin kendi şiirine dışardan biriymiş gibi (bir okuyucu gibi) bakabilmesi çok önemli bir niteliktir. Ancak bendeniz, bir şairin kendi şiirini bir okuyucu gibi okuyabilmesi ilkesine, aynı zamanda bir şiir eleştirmeni gibi de okuyabilmesi ilkesini ilâve etmek istiyorum. Şundan dolayı: Okuyucu, okuduğu şiir karşısında genellikle 'pasif' bir konumdadır. Oysa bilindiği gibi, eleştirmenin konumu hayli farklıdır; o, yeri geldiğinde, okuduğu şiir metnine teorik plânda müdahale de edebilir. Bir okuyucunun gözden kaçırdığı kimi hususları görebilme yeteneğine sahiptir eleştirmen. Hatta rahatlıkla şunu ifade edebilirim ki; bir şair kendi şiirini, yayınlanmadan önce bir okuyucu gibi okumaktan ziyade, bir eleştirmen gibi okumalı, dolayısıyla, –varsa eğer– şiirinin aksayan ve zaaf içeren yerlerini kendi kendine kıyasıya eleştirmeli ve gerekli düzeltmeleri/düzenlemeleri yapmalıdır. Zira bir şiir yayınlandıktan sonra artık salt 'şairin malı' olmaktan çıkmıştır. Bu anlamda, şaire, kendi şiirini bir okuyucu gibi okumaktan başka bir şans/konum kalmaz.. (Burada elbette, bir şiirin yayınlandıktan sonra da olsa, şairin o şiirin kimi yerlerini 'değiştirme' hakkının/imkânının her zaman saklı kalması gerektiğini unutuyor değilim!) Lâfı kolay ama uygulaması zor bir iştir; bir şairin kendi şiirine bir okuyucu veya yeri geldiği zaman bir eleştirmen gibi davranması.. Öte yandan, şairin, daha iyi şiirlere sıçrama yapabilmesinin bir başka kuralı da yoktur.. Söz konusu hasletin kazanılabilmesinde, 'tecrübe'nin büyük payı olduğunu da söylemeden geçmeyelim.. (Bu bağlamda, genç şairlere veya şair adaylarına teknik bir hatırlatma: Şiirlerinizi bir "eleştirmen" gibi algılamak istiyorsanız, el yazınızla oluşmuş metni değil; mutlaka ve mutlaka, daktilo edilmiş –şairlerin daktilosu olur– veya bilgisayar çıktısı metne bakınız, o metni okuyunuz. El yazınız sizi aldatmasın!) Anahtarı yalnız bizde olan bir odaya girmek ve orada (Cahit Zarifoğlu gibi) hâtıralarımızla baş başa kalmak istiyorsak, yazdığımız şeylerin önce "şiir" olmasını sağlamak durumundayız. Bir metnin "şiir" değeri kazanabilmesinin yegâne yolu, his ve hassasiyetimizi inceltmekten, rafine kılmaktan ve şiir hâline gelmekte olan metni sıkı bir elemeye tâbî tutmaktan, hatta acımasızca eleştirmekten geçer.. Ee, şiir bu; martaval değil!..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |