|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Rahmetli annemin tekrar tekrar anlatmayı sevdiği öykülerdendi: Evin hanımı, canından aziz bildiği oğlunun okuldan aç döndüğünü görünce şaşırmış. Habeş hizmetçiyi beslenme çantasıyla okula göndermişmiş meğer. Çağrılan hizmetçi, "Ama hanımcığım" demiş, "Siz benden o çantayı sınıfın en güzel çocuğuna vermemi istememiş miydiniz? Sınıfa girdim, bütün çocukların yüzlerine bakıp en güzeli olduğunu fark ettiğim kendi oğluma verdim..." "Kuzguna yavrusu şahin görünür" diye boşuna dememişler... Ne kadar büyük adam olursa olsunlar, herkesin çoluk-çocuğuna, eşine-dostuna zaafı vardır. Turgut Özal sözgelimi; her eleştiriyi dinlerdi de eşi ve çocuklarıyla ilgili hafif bir uyarıyı bile kabul etmezdi. Nice sevdiğiyle yolunu bu yüzden ayırmıştı Turgut Bey... Siyasilerin kör alanı, çoluk-çocuğu, eşi, dostu ve yakınıdır... Bu konuyu, aklıma, uzun yolculuktan döner dönmez gazete manşetlerinde karşılaştığım haberler getirdi. Bazı bakanların adının karıştığı olaylar ile ağızlarından çıktığını öğrendiğim sözler epey düşündürücüydü gerçekten... Henüz erken bir tespit olacak belki, ama ben yine de buraya kaydedeyim: Ak Parti hükümetinin yumuşak karnı da öndegelen mensuplarının aileleri ve yakın çevreleri olacağa benziyor... Ulaştırma bakanı Binali Yıldırım'ın 24 yaşındaki oğlu bir yolcu vapuru satın almış... Gazeteler günlerdir bu haberle okur karşısına çıkıyor. Haberlerin bakanın keyfini kaçırması doğal. Nitekim, bir toplantı için gittiği Napoli'de görüştüğü gazeteci Yasemin Taşkın, "Bakan keyifsizdi" diye yazıyor. Ulaştırma bakanı, o keyifsizlikle şu sözleri söylemiş: "Oğlum 1999 yılının sonundan itibaren benimle çalıştı. Ben 25 yıl gemi işletmeciliği işi yaptım. Baba mesleğini devraldı. Ben bakan oldum diye bu işi yapmasın mı? Oğlumun hesabını veremeyeceği hiçbir şey yok." Binali Yıldırım'ın "Ben bakan oldum diye oğlum bu işi yapmasın mı?" sözleri var ya, işte o sözler, 3 Kasım seçimlerinden kısa süre sonra (2 Aralık 2002) kaleme aldığım Kulis'te yazdıklarımı tekrarlamam gerektiğini düşündürdü bana. İsterseniz, o yazıda aktardığım iki anekdotu buraya taşıyayım... İlki şu: "Babası DP'nin son genel idare kurulunda bulunduğu için idamla yargılanan bir dostumun anlatmayı çok sevdiği olay merhum Adnan Menderes'le ilgili... Baba devlette önemli bir koltukta oturunca çocukların etrafı değişik tiplerle çevrilir; bunu bildiği için, Adnan Bey, birden fazla dil bilen, iyi eğitim görmüş büyük oğlunu diplomatlık mesleğine sokmuştur... Yüksel Menderes hiçbir 'torpil' görmeden, benzer durumdaki meslektaşlarıyla aynı muameleyi görerek mesleğinde yükselir... "Bir gün Adnan Menderes genel idare kurulu toplantısına mutattan geç gelir. Kibar adam özür diler ve mâzeretini anlatır. Oğlu Yüksel devlet görevinden ayrılacağı haberini iletmiştir kendisine... Dönemin en ünlü işadamlarından biri para teklifiyle aklını çelmiş, o işadamıyla ortak ticaret yapmaya karar vermiştir Yüksel Menderes... "Sonrasını şöyle anlatır Adnan Bey: Cevabı bildiğim halde, 'Ticari hayatta başarılı olmana yarayacak bir eğitimin var mı?' ve 'Daha önce herhangi bir iş yaptın mı, tecrüben var mı?' diye sordum. Şaşıran oğlum, 'Hayır, hayır' cevabını verince, şunları söyledim: 'Sevgili oğlum, ben senin işte bu yüzden diplomat olmanı istedim; bilgin ve tecrüben olmadığı halde seni kendisine ortak almak isteyen o işadamı ile birlikte, beni alıp beni satacaksınız..." İkinci anekdot da önemli bence: "Kıdemli gazetecilerden Ahmet Güner, yakın tarihimizden anekdotlarla süslediği 'Derebeyi' adlı kitabında (s. 145), yazar Vecdi Bürün'den dinlediği benzer bir hikâyeyi aktarır. 'Nihat Erim 1948'de İkinci Hasan Saka hükümetinde bayındırlık bakanı olunca, o siyasete atılmadan da önce devlet ihalelerine giren, karayollarında çeşitli ihaleler alan kardeşini bakanlığa çağırır. "Söylediği şudur: 'Ben bu devletin bayındırlık bakanı olduğum sürece sen devletten ihale almayacaksın. Hiçbir devlet ihalesine girmeyeceksin. Kendine başka çalışma alanları bul...' Vecdi Bürün bu ihtarı alan ve kesinlikle bir daha bakanlık çevresine bile uğratılmayan kardeş Erim'in, 'Yani şimdi biz Nihat bakan oldu diye işsiz mi kalacağız?' diye dostlarına yakındığını anlatmıştı." Acı, ama gerçek: Devlet yönetiminde görev alanlar kendilerini zenginleştirecek işlerle ilgilenemezler... Oturdukları koltuğu kendi çıkarları için veya hata ve eksikliklerini ortadan kaldırıp yok etmek için kullanamazlar... Çıkartılan yasalarla yeni haklar elde edemez veya haksız kazanç kapısını kendileri ve yakınları için açamazlar... Bunları yaparlarsa, siyasetçi olarak insanlara verdikleri sözleri yerine getirmemiş olurlar... "Ben bakan oldum diye babam/oğlum/kardeşim/kayınbiraderim iş yapmayacak mı?" sorusunun cevabı, bazıları üzülse bile, "Maalesef öyle" olmak zorunda. Siyaset adamı, hele yolsuzluklara karşı savaş açtığı iddiasını taşıyan bir partide siyaset yapıyorsa, yakınlarını devlete dönük iş yapmaktan, devletin imkânlarından yararlanmaktan mahrum etmeye mahkumdur... Tersini yaparsa ne mi olur? Yukarıda alıntıladığım iki anekdotun kıssadan hissesini çıkaramadınız mı yoksa?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |