|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mustafa Armağan'ın "Osmanlı: İnsanlığın Son Adası" adlı kitabı Ufuk Yayınları arasından çıktı. Kitap Osmanlı tarihinin sisli kalmış olaylarını aydınlatırken, bu güne dek yanlış anlaşılmış ya da anlatılmış olan Osmanlı'nın 600 yıllık tarihini, farklı bir bakışla okura yansıtıyor. Yeniçeriliğin kaldırılması, kapitülasyonlar, harem, matbaa, Lale Devri gibi anlatılagelen, tarih kitaplarında yazılagelen Osmanlı'nın sözde gerilemesine neden olan girift konular, Armağan'ın yoğun tarih okumaları neticesinde vardığı tünelin ucundaki ışıktan kültür dünyasına yayılıyor.
HALE KAPLAN ÖZ
Osmanlı tarihi, adeta "yabancı" bir ülke. Sanki kendi ülkemizmiş gibi düşünüyoruz onu ama yanılıyoruz aslında. Mevcut tarih bilgilerimiz, o büyük ülkeyi tarif etmekten çok cumhuriyet sonrasının reddiyelerini ve bu reddiyelere karşı kabaran reflekslerimizi sergiliyor. Dolayısıyla bu "büyük kıta"yı kuşatmaya mecali olmayan tarihler var elimizde. Bunu farkedince yoğun bir okuma ve düşünme faaliyetine giriştim. Ben tarihçi değilim, alanım kültür ve düşünce. Kültüre ait hiçbir şey bana yabancı değildir. Tarih de benim için bir düşünme aracı. Yaklaşık 10 yıldır üzerinde düşündüğüm ama en azından son 2 yıldır kitaplaştırmak için yoğun uğraş verdiğim bir kitap oldu. Kitabınız bize bugüne kadar öğretilenlerden çok farklı şeyler söylüyor. Bu iddiaları ortaya koyarken temel dayanaklarınız neler oldu? Tabii ki sadece belgeler ve tarih kitapları değil. Onlar zaten vardı. Benim farkım, büyük ölçüde mevcut belgelere bakılmamış açılardan yaklaşmaktı. Bir de tabii Türkiye'de ve dünyada Osmanlı tarihi alanında mükemmel araştırmacılar var. Bu ufuk açıcı tarihçileri yeni bir gözle okumak yeni bir dünya açıyor insanın önüne. Osmanlı'nın "insanlığın son adası" olduğu fikri ne kadar objektif? Ah, objektiflik! Ne büyük lüks. Kuhn'dan beri pozitif bilimler alanında bile objektiflik ancak belli bir oranda geçerli kabul ediliyor ise aynı şeyi tarih gibi varlığımızın içine gömülü olduğu bir alanda böyle bir talepte bulunabilir miyiz? Ben tarih alanında objektifliğin başlangıçta değil, sonuçlarda olabileceği kanaatindeyim. Yani ortaya konulan argümanların ve bu argümanlarla şekillendirilen tarih manzarasının olgulara ne kadar benzediğidir tarihte objektifliğin aranması gereken nokta. Ben de böyle bir manzara sunuyorum okurlara. Evet, Osmanlı, insanlığın son adasıydı. Kitabıma ismi ben değil, 'Osmanlılar'ın en Osmanlısı' Cevdet Paşa koymuş bulunuyor. Bu, tarihi boyunca geçerliliğini koruyan bir bilinçti Osmanlılar'da.Yeryüzünde insanlığın tek sığınağıydı o. Osmanlı tarihinde en fazla çarpıtılmış, yanlış anlaşılmış olay ne? Hangi birini sayayım? Matbaa ya da yeniçerilerin fenalıkları mesela. Kapitülasyonların Osmanlı'yı batırdığı da büyük bir yalandan ibaret. 'Mazlum tarihin sesi olma' serüveniniz nasıl devam edecek? Sanırım bu hızla birkaç kitap daha yazarım, çünkü kitabın gördüğü ilgi ve daha önemlisi, okuyanlara 'Daha önce hiç böyle düşünmemiştim' dedirtmesi, beni daha da heyecanlandırdı. 'Artık Yalan Söyleyen Tarih Utansın' türünden savunmacı ve övünmeci bir tarih yerine, mukayeseli ve gerçek tarihçilerin yazılarından yola çıkan anlaşılır üsluplu kitaplar yazılmalıdır. Onun yapısı analiz edilip mantığı ortaya serildiğinde görülecektir ki, tarihin savunulmaya ihtiyacı yoktur. Hem neden olsun ki? Belki de tarihi değil kendimizi savunuyoruzdur. Olamaz mı? Tarihi anladıkça kendimizi de daha iyi anladığımızı farkedeceğiz.
Tarih çarpık kimlik çarpık Sizce tarih yanlış mı anlaşıldı yoksa yanlış mı yazıldı?
İkisi birbirinden ayrılabilir mi? Neden yanlış anlaşıldığına ilişkin felsefî bahislere girecek değilim ama şu kadarını söyleyeyim ki, benim üzerinde durduğum husus, tarih üzerindeki siyasi ve ideolojik manipülasyonların yalnız tarihi değil, kendimizi de çarpık çurpuk görmemize yol açtığı. Tarihimiz ziyadesiyle manipüle edilmiş ve neredeyse tanınmayacak bir kılığa bürünmüştür. Yanlış tarih yazımının en büyük müsebbip-lerinden birisi, siyaset ve ideoloji-lerin geçmişe düzenledikleri sistematik yağmalardır.
|
|
|
|
|
|
|
|