AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Ne hale geldik, bay çelebi...

Bir facia bitmeden ikincisi geldi çattı... Ölenlere rahmet, hastalara acil şifalar ve geride kalanlara da sabır niyaz ediyoruz...

Bizde maalesef her şey masa başında ve kulak dolması ile çözüme kavuşturulmak istenir ki, ardından sonuç elim bir olay olarak karşımıza çıkınca, ne teknoloji ve ne de bilgi sistemi diye bir şeyi kaale alıp, çare üretebiliyoruz...

"At Martini Debreli Hasan!
Dağlar inlesin!
Sinop Hapishanesinde namın söylensin!..."

Demeyin bir kere, "Debre nire, Sinop nire?" diye... Yüz yıl öncesinde, Debre, ki "Balâ'sı ile", Sinop gibi, vatan toprağı idi...

Eskiden Bab-ı Ali de böyle idi... Şimdilerde, basın, Bab-ı Ali'yi terk etti, "Medya Sentr" aldatmacası adı altında,"İkitelli"de "çifte telli" oynayıp "kuru sıkı" atıp tutuyor...

Salı günü, ev telefonumdan, 505 6l 11 numaralı "Medya sentır santrali"ni arıyorum... Bir hamle yapıyorum... Numara çalar, amma ses yok... Bir daha açıyor, sağdan hamle yapıyorum. Bu sefer bir ses:

-Doğan Medya Sentr, buyurun.

-Hanım Efendi, Genel yayın yönetmeni ve yazarınız, Sayın Mehmet Y. Yılmaz'ın sekreterine bağlar mısınız...?

Bir ses, boğuk ve umarsamaz:

- Mehmet Y. Yılmaz yok. Ulaşmamız mümkün değil.." Ve ardından "pattt!" diye telefon kapatılıyor.

Bu sefer de soldan dalıyoruz... Yine aynı durum... Telefondaki bayanın sesi, daha umarsamaz ve laubali:

"-Sekreteri de yok, not da alamayız. Sonra arayınız..."

"Kimsin, ne için arıyorsun, bir notunuz varsa alalım", veya "Biz yardımcı olalım." diye bir kaygı ve ilgileri yok...

Bu sefer de, ortadan dalalım dedik ve "tanıdık ve benim gibi sakallı biri" için "haber-araştırma" servisi sorumlusuna ulaşalım diye, tekrar 505 6l 11'den Tunca Bey'i istedik. Bir bayan yine karşımızda... Allah vere, niçin aradığımızı ve kim olduğumuzu sordu.. Ama o da yine "-Bey efendi, toplantıda, ulaşamıyoruz..." deyip bizi nezaketen savuşturdu...

Bütün bu uğraş niye, diye sorabilirsiniz...

Anlatalım: "Milliyet"in genel yayın yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz'ın salı günkü yazısında, Sayın Başbakan'ı hedef ittihaz ederek, kızımızla oğlumuzun nikah merasiminde davetlilerin takıları ile hediyelerinin ne kadar olduğu, DEĞERLERİNİN açıklanmasının gereği üzerindeki yorumu ve isticvabına açıklık getirmek istediğimiz için, aradık... Zira, nikahta , takılar ve hediyeler ebeveyne verilmez ve onların bundan hiç de haberleri olmaz. Bunlar çocuklarının mürüvvetini görmek isteyen ailelerin çocuklarının övünç hazineleridir, demeye getirdik...

Amma bu yazıyı yazana kadar bize herhangi bir dönüş olmadı...

İşte tam bu sırada, Doğan Medya Sentır'ın içinde yer alan patronların da bir nikah merasimi olduğu haberi basına yansıdı... Kutluyoruz ve hiç bir zaman da ne takı takıldı ve hediyeler ne değerde diye de bir spekülatif hareketi akla getirmedik. (Ki biz, Milliyet'in 5l. Kuruluş yılı kokteyline katılıp, Sayın Aydın Doğan'ın müşfik elleri ile bize takdim ettiği "vişne şurubu"nu yudumlarken tattırdığı hazzı, aynı şekilde duymasını, çocuklarının mürüvvetini görerek, mutlu ve sağlıklı bir hayat geçirmesini diliyoruz. SA)

İşte biz burada, şunu söylemek istiyoruz ki, Sayın Mehmet Y. Yılmaz'ın yazısı bizi rencide etti ve üzüntüye sevk etti. Zira, Sayın Başbakan'ı icraatı yüzünden tenkit edebilir, fakat, kızının nikahında takılan takılar ile nikah hediyeleri yüzünden ona "hesap sormaya" kalkışması aile ve düğün geleneğimiz bakımından asırlardır gelişip gelen törelere yabancı bir Mehmet Y. Yılmaz'ın, hala Baron ve Barones düğünlerinin şatafatlı yapısının özlemi ile kalem oynatıp, ahkâm kestiğini gösterir.

Biz şunu açıkça ifade edelim ki, çocuklarımıza layık görülen "hediye ve takılar"ın değerini ve ederini, hiçbir maddî güçle ölçmek veya tartmak mümkün değildir. Hele hele "yabancı misyon şefleri/ elçi ve konsolos ile devlet ricali"nin hediyeleri ise, kendi ülkelerinin kültürel ve folklorik imajını yansıttığı için, bize göre, manevî yönden paha biçilmez birer "düğün hatırası" olarak, nesilden nesile torunlarımıza kadar intikal edecektir.

Her şeyde madde ve makam, her gelişmede sınıf ve rütbe arayışında olup, "fildişi kule"den halka bakmayı meslek edinenlerin anlayacağı cevab da, ancak ve ancak merhum "Necip Fâzılvarî "olsa gerektir:

"Zamanı kokutanlar, mürteci diyor bana...
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana!.."

Onun içindir ki, deriz:

Kendi huzursuzluğunu başkalarına aktarıp, etrafı perişan etmeye çalışanlara değil, kendi mutluluğunu toplumun huzuru ile birleştirip, mutlu insanlar ülkesi olarak, birarada yaşamayı şiar edinenlere ve bu yolda gayret gösterenlere selam olsun!...


www.sadikalbayrak.com

13 Ağustos 2004
Cuma
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED