|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kahramanmaraş, Sivas, Çorum katliamlarından, 16 Mart 1978 hadisesine, Abdi İpekçi'nin katlinden Uğur Mumcu cinayetine, Çetin Emeç'in vurulmasından Hiram Abas'ın öldürülmesine, Ecevit'e yönelik suikastten Özal'a sıkılan kurşunlara, Vedat Aydın'dan Güneydoğu'daki Kürt aydınlarının yokedilmesine uzanan bir "faili meçhul hadiseler" ülkesi Türkiye. Geriye doğru gidip, 25 yıl öncesinden yola çıkıp, olup bitenlere bir bütün halinde ve uzak açıdan bakıldığında, "unutturan zaman faktörü" bir kenara itildiğinde ortaya çıkan tablo korkunç. Bu kritik cinayetler ve hadiselerden bir tanesinin bile faili bulunamamış, bir tanesi bile aydınlatılamamış. Hemen hepsinin dosyaları küllenmeye bırakılmış, soruşturmalarda izler ya bir anda ortadan kaybolmuş ya "devlet sırrı" duvarına çarpmış ya da resmi kuruluşlar gerekli belge ve bilgileri yargıdan gizlemiş. Hadiseler; nedenleriyle failleriyle tahmin edilmiş, tekerrür etmeyeceğine dair garip bir inançla bu olaylara çözülmüş muamelesi yapılmış. Ortada izini sürebileceğimiz çıplak bir gerçek var: 80'lerin sonuna doğru birçok Avrupa ülkesinde 50'lili yılların ortasında kurulmuş yasa ve denetim dışı, paramiliter Gladyo örgütleri ortaya çıkmış, ardından teşhir edilmiş ve yargı eliyle temizlenmişti. Ama Türkiye gibi bazı ülkeler var ki, buralarda gladyolar sistemin ruhuna o denli uygun düştüler ki, iktidar kavgalarında, iç hesaplaşmalarda rol oynamaya, kullanılmaya devam ettiler. Böylece kökleştiler, sistemin parçası olma sınırını geçip, sistemin ana mekanizması haline geldiler. Denetimsizlik kullanılmalarını kolaylaştırdığı oranda, zaman zaman sistem dışına çıkmalarına, rant çeteleri kurmalarına yol açtı. Ağar'ın sık ima ettiği, "vatan adına" ve "para için" ayrımı temelinde çatışmalar da bu yüzden yaşandı ve bu ayrım yüzünden sistem zaman zaman daraldı, içini sınırlı biçimde temizlemeye kalktı. Ve bu temizlik çabaları "münferit hadiseler" adıyla ünlendi. Devlet-toplum ilişkisinin kopuk olduğu, siyasetin devlet sahasının içine hapsedildiği, toplumsal sorunlara bakışta, milli politikalar adına asayiş mantığının yüceltildiği bu düzende gayrimeşru resmi örgütlenme ve eylemler; kişileri aşan kurumlara sirayet eden, her sorumluyu suç ortağı kılan tavra, politikaya dönüştü. Bu yapılanma 1975-1980 arası binlerce insanın telef olmasında başrolü oynadı. 70'lerde Batur-Gürler ile Türün-Sancar ekipleri arasındaki hesaplaşmada, yani ordu içi iktidar kavgalarında işkencelerle, sorgularla, kumpaslarla, sabotajlarla MİT ve Özel Harb Dairesi üzerinden aktif rol oynayan bu yapılanma değil midir? O günlerdeki başrol oyuncularının, Susurluk skandalının önde gelen isimleri olmasının hiç bir anlamı yok mu? Kıbrıs'ta Türk Direniş Güçlerini örgütleyen anlayış, yapı ve eylem tarzıyla, JİTEM'inki arasında parallelikler yok mu? Daha da öte bu konuda Veli Küçük, Korkut Eken gibi uzmanlaşmış kişiler yine iki dönemin de starları değil mi? Türkiye bu yapıdan, bu yapının tortularından arınamıyor. Bugüne kadar türlü temizlik denemeleri yapıldı. Ne var ki bu denemeler yeni iktidar kavgaları ile denetimden çıkıp tehlikeli boyut kazanan taşeron örgütlerin zorunlu kıldığı sıradan toz almayı geçmedi. Sistemi kökten ve hukuk yoluyla temizlemeye cesaret eden çıkmadı. Çıkmadıkça, yaşanan son yargı-MİT hadisesinde olduğu gibi skandallar zaman zaman tekrar edecektir. Unutmamak gerek; temizlik sistemin, yapıları ve aktörleriyle tepeden tırnağa sorgulanması ve yeniden inşaası demektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |