AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Retorik ve strateji arasında Amerika

Temelde Amerika'nın küresel gücüne (hegemonyasına mı demeli), karşı çıkanların da "Amerikan medeniyeti" dedikleri süper güç karşısında şapka çıkaranların da bu ülkenin 11 Eylül sonrası politikalarını eleştirmeleri artık sıradanlaştı. Her iki kesimin de tuhaf biçimde Amerikan eleştirisinde buluşmaları aslında yanlış bir Amerikan algısı üzerinde yükseliyor. Kısaca 11 Eylül sonrası saldırganlığı 'necon'lara, Cumhuriyetçi iktidarın politikalarına indirgeyen yaklaşımın temelinde Batı uygarlığına hayranlık, gizli bir olumlu Amerikan imajı söz konusu.

Böylesi bir Amerikan algısının ne kadar temelsiz olduğu, uluslararası ilişkiler teorilerine vukufiyet kesbetmeden de anlaşılabilir. Sözgelimi Bush'un en büyük rakibi, muhtemelen seçim sonrası başkanlık koltuğuna oturacak Demokrat adayın savaşa ilişkin söylediklerine kulak kabartanlar Amerika gibi küresel güçün temel stratejilerinin Bush gibi dünyayı algılamakta miyop görüntü veren bir başkanın vizyonuna emanet edilemeyecek kadar ciddi bir stratejik zihniyeti gerektirdiğini kavrarlar. İktidar değişimi sadece uygulamadaki pratikle alakalıdır ve iktidarın rengi ancak pastanın paylaşımını belirlemede kendini gösteren faktör olabilir.

11 Eylül sonrası gelişmeleri, daha sonra BOP olarak somutlaşan stratejik yönelimleri Cumhuriyetçi ya da Demokratların iktidar hatasına indirgemek sadece Amerikan stratejisini kavramamakla sınırlı bir vizyon eksikliğini göstermez aynı zamanda küreselleşme, küresel kapitalizmin dönüşümü, hatta dünya tarihini okuyamamak gibi entelektüel zafiyete işaret eder.

Örneğin yıllar önce 'Amerikan yüzyılının sonu'nu ilan eden düşünürlerin söyledikleriyle soğuk savaş sonrası gelişmeler arasında mantıklı bir ilişki kurmakta zorlananlar 11 Eylül ve terörizmi söylemine saplanıp kalırken neden Irak'ın, Afganistan'ın işgal edildiğini ve muhtemelen Afrika'da yeni cephelerin açılabileceğini (Sudan mesela) kavramakta zorlanırlar.

Yeni Amerikan Askeri Stratejisi

Bush'un açıkladığı Yeni Amerikan Askeri Stratejisi (YAAS) tam bu yeni söylemi açıklayacak mahiyette. Stratejik analizlerin, dünya siyasetine ilişkin bir sürü teorik söylemin bir özeti gibi duran yeni askeri stratejinin, bu saatten sonra, bir Cumhuriyetçi iktidar inisiyatifi olduğunu iddia edecek kadar dünyadaki gelişmelere miyop kalmış okur yazar kesimi çıkmaz aramızda. Amerikan yönetimi YAAS'a göre Almanya, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerdeki üslerindeki asker sayısında önemli ölçüde, (70 bin kadar) indirim yapacak. Soğuk savaş dönemin stratejisinin önceliklerine göre seçilen üslerin yerini yeni ileri karakollar alıyor. Bu ileri karakolların stratejik olarak seçimi de ilginç: Polonya, Romanya, Tacikistan, Özbekistan gibi ülkeler... Teröre karşı mücadele adına Orta Asya ve Ortadoğu'daki fiili askeri işgalinin yanısıra bu bölgelerde edindiği üslerdeki askeri varlığını hareket kabiliyeti olan, vurucu güce dönüştürmeyi planlıyor. Bunun için de konvansiyonel anlamda hantal askeri güç bulundurmaktan çok teknik ve hareket kabiliyeti olan caydırıcı güç haline gelmeyi planlıyor. Madem nereden vuracağı belli olmayan terörist bir güce karşı savaşılıyordu o halde nereyi vuracağı belli olmayan (aslında çok belli olan) bir güç oluşturulmalıydı! İleri karakol misyonu için seçilen ülkelere bakılırsa 1990'lı yıllardan beri çıkan krizleri bahane ederek ya da 'krizleri olgunlaştırarak' kuşatmaya aldığı bölgeler öncelenmiş bulunuyor. Balkanlar'daki askeri varlığını güçlendirerek Avrupa Birliği'ni kuşatıp özellikle Almanya'nın güneye ve doğuya sarkmasını engellemek istedi. Orta Asya'ya yerleşerek Çin'i askeri olarak şimdiden karşılamaya çalıştı.

Sanılanın aksine, küresel güç olmak sadece askeri varlık göstermek değildir. Hatta askeri güç ekonomik gücü pekiştirmek için kullanılan geçici bir tedbirden ibarettir. Bu anlamda yeni askeri stratejinin işaret ettiği siyah noktalara bakınca ekonomik kaynakların garanti altına alınması muhtemel rakiplerinin enerji kaynakları açısından bağımlılığını pekiştirmeyi hedeflediği görülür. Orta Asya ve Ortadoğu'nun önemini ayrıca tekrarlamaya gerek yok.

Ekonomik kaynaklara hakimiyetin devamlılığı bu kaynakların içinde bulunduğu coğrafyanın kültürel ve insani dokusuyla yakından ilgilidir. Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Ortadoğu'ya uzanan çizgide bu coğrafyanın kültürel haritasına bakıldığında Amerika'nın küresel hegemonyasını meşrulaştırıcı retorik olarak neden 'İslam terörü'nü seçtiğini, uyguladığı stratejiyi haklılaştıracak argümanlar üretmek için neden bunca zorlamalara girdiğini kavramakta zorlanmayız.

Amerika'nın İsrailleşmesi

Bush'un YAAS'ni açıklamasından hemen sonra İsrail'de çıkan Jerusalem Post gazetesinde yayınlanan bir haber kimileri için küçük bir ayrıntı gibi durabilir. Ancak haberin kendinden çok 'gösteren' olarak işaret ettiği gerçek/mesaj çok daha düşündürücüdür. Haber retorikle gerçeğin, propaganda ile çıkar hesaplarının ne kadar farklı şeyler olduğunu gözönüne seriyor. Retoriğe göre BOP dahilindeki kültürel coğrafya yani İslam dünyasına demokrasi ve insan haklarını gözeten bir yönetim getirilecek; buna uygun toplumsal zihniyet dönüşümü gerçekleştirecek projeler uygulamaya konacak. Yani demokrasi kültüründen nasibini almamış İslam dünyası, bunun en büyük müsebbibi olarak da mevcut islam anlayışının değişmesi gerekiyordu. Ekonomi-politik hedeflerle jeo-kültürel gerçekler arasındaki çelişki bu şekilde giderilmiş olacaktı. Bu parlak retoriğe uygun iktidarlar iş başına getirilecek, bu projeye teşne kadrolar desteklenecekti. Projeye uygun kadrolar da sanılanın aksine Batıcı-laik seçkinler değil halkla teması olan iktidar heveslisi 'yerli' gruplardı.

Retorik bir yönüyle uygulamaya konulurken çelişkisini beraberinde taşıyordu kaçınılmaz olarak.

Gazeteye göre İsrail ordusu Amerikan askerlerine şehir savaşları konusunda eğitim vermiş. İsrail'in "Filistinli terörist"lere karşı verdiği mücadelede(!) edindiği derin 'birikim ve deneyim'ler ışığında Amerikalıları eğitmişler.

İsrail gibi bir işgal gücünün, ırkçı bir rejimin baskı ve sindirme yöntemlerinden ilham alarak nasıl bir demokrasi kültürü yeşertmeyi, ne türden bir insan haklarına saygılı bir yönetim tarzı gerçekleştirmeyi ummaktadır Amerika? Aslında bu soruların bile sorulması zaman israfından başka bir şey değil.

Amerika başarısızlığı tattıkça küresel bir güç gibi değil İsrail gibi korsan bir gücün psikolojisine bürünüyor. Gittikçe hırçınlaşıyor, retorikle stratejik gayeler arasındaki çelişki daha da büyüyor.

Burada zor durumda olan bölgedeki Amerika ile iş tutmaya gönüllü siyasi kadroların durumudur. Gittikçe temsil ettikleri tabandan ve beslendikleri kültürel ortamdan kopmakta, siyasal yalnızlıklarını kapatmak için daha çok Amerika'ya bağımlı hale gelmekte; bir tür sömürge temsilcisi konumuna düşmektedirler.

Tablonun merkezinde yer alan Türkiye bu durumdan kendine ders çıkarmalıdır. Stratejik müttefik Amerika ve onun ittifaka zorladığı İsrail ilişkileri hem bu ülkeyi yönetenleri tabanlarından uzaklaştırmakta hem de Türkiye'nin stratejik çıkarlarıyla daha çelişmektedir.

İsrailleşen Amerika, Türkiye'yi kendi halkına ve bölgesine karşı İsrailleşmeye zorlamaktadır.


19 Ağustos 2004
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED