AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Avrasya'da Türkiye ve İran

Türkiye ve İran, öyle görünüyor ki, bu iki büyük bölgesel gücün aynı anda sistem içinde bulunması uygun değil. Maliyet yükseliyordur muhakkak! Biri içerdeyken diğeri dışarda tutuluyor; biri girerken diğeri çıkmak zorunda bırakılıyor.

Başbakan Erdoğan İran'dan sessiz sedasız döndü. Öyle anlaşılıyor ki, ABD'nin 'uyarısı' etkili oldu ve Türk-İran ekonomik ilişkileri minimum düzeyde seyredecek. Oysa Türkiye, AB ile ciddi müzakerelere oturmadan önce, İran ve Rusya ile ilişkilerini optimal düzeylere çıkarma gayreti içindeydi. Putin bu çerçevede Eylül başında Türkiye'yi ziyarete gelecek.

Peki, 'müttefikimiz' ABD bu ilişkilerden niçin rahatsız? Büyük Orta Doğu Projesi'ni hatırlayın: İlan edilmiş temel amaçlardan biri petrole daha kolay erişmekse, ikincisi (bana göre birincisi) Avrasya'da bölgesel veya küresel bir hegemonun ortaya çıkmasını engellemektir. Yakın bir gelecekte ne Rusya, ne de Türkiye veya İran böyle bir konumda olabilir. Ama bunlar arasındaki sıkı ilişki, ABD'nin hegemonik gücünü dengeleyici olacağından, tehlikelidir!..

Dikkat ediniz, son on yıl içinde, önce dünyanın en önemli jeostratejik bölgesi olan Avrasya'nın doğusu (doğu ve güneydoğu Asya) karıştı, ardından kalbgâhı sayılabilecek Rusya büyük bir uçuruma doğru yol almaya başladı; derken Türkiye'de son 50 yılın en büyük ekonomik krizi meydana geldi. Bu gelişmeleri jeopolitik önemlerinden sıyırıp sırf ekonomik olaylarmış gibi görmek, buz dağının sadece tepesine bakmaktır. Amerikan yönetiminin önde gelen jeopolitik uzmanlarından Zbigniew Brzezinski, Soğuk Savaş sonrasında giderek belirginleşen Amerikan Hegemonyasının başlıca jeopolitik ödülünün Avrasya hakimiyeti olduğunu söylüyor. "Beşyüz yıl boyunca dünya işlerine Avrasya güçleri egemen olmuştu. Şimdiyse Avrasyalı olmayan bir güç Avrasya'ya ve bütün dünyaya hükmediyor. Ve bu gücün (ABD) küresel üstünlüğü, Avrasya üzerindeki hakimiyetinin ne kadar devam edeceğine bağlıdır." Asya, Rusya ve Türkiye krizleri, iç nedenler ne olursa olsun, büyük ölçüde bu hakimiyet arayışıyla irtibatlıdır.

Avrasya, aşağı yukarı, Amerika ve Afrika kıtaları dışında kalan yerküreyi kapsıyor. Orta kısmına Rusya'nın yerleştiği bu devasa bölgenin doğusunda Çin ve Doğu Asya ülkeleri, güneyinde Orta Doğu, batısındaysa Avrupa var. Brzezinski'nin hesaplarına göre, yaklaşık 50 milyon kilometre kare, yani 23,5 milyon kilometrekarelik Kuzey Amerika'nın iki misli büyüklükte. Fakat asıl gücü yüksek nüfusundan geliyor: Kuzey ve güney Amerika'nın toplam nüfusu 720 milyonu bulmazken, Avrasya'nın nüfusu 4 milyarı aşıyor. Üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeri (GSYİH) bakımından da arada uçurum var: Kuzey Amerika 8 trilyon $, Avrasya 34 trilyon $.

Usta jeopolitikçiye göre, yeni "oyun"un sahası, Lizbon'dan Vladivostok'a uzanan bu geniş satranç tahtasıdır. "Şayet tahtanın orta kısmı ABD'nin hâlâ hükmünü sürdürdüğü Batı'nın genişlemekte olan yörüngesine çekilebilir, güney kısmının bir tek gücün hakimiyetine girmesi önlenebilir, ve doğu kısmının Amerikan üslerini o kıyılardan hemen püskürtecek tarzda bir birleşmeye doğru gitmesi bloke edilebilirse, o zaman Amerikan üstünlüğü devam eder." O halde? Gayet açık: Rusya, problemsiz bir şekilde NATO içinde (AB içinde değil! Çünkü orada Almanya baş oyuncu!) eritilmeli, İslam dünyasında "tehlikeli" birleşme veya büyüme yönelişleri törpülenmeli, Asya'nın doğusundaysa özellikle bir Japon-Çin ittifakı oluşturulmamalıdır. Avrasya dışında yer alan bir gücün Avrasya'ya ve bütün dünyaya hükmetmesi ancak böyle sürdürülebilir. Avrasya ne kadar bölünmüş kalırsa, ABD o kadar küresel hegemon olarak kalır.

Türkiye dışarı, İran içeri?

ABD'nin Avrasya'ya hükmetme girişiminde, Çin ve Rusya'yla beraber, kritik rol oynayacak iki ülke Türkiye ile İran'dır. Çeyrek yüzyıl önce, her iki ülke de ABD açısından 'çantada keklik' idiler. Şimdi her ikisinin de durumu belirsizdir.

Küresel kapitalizmin en vazgeçilmez metaı petroldür. İran, iki büyük petrol bölgesinin (Orta Asya ve Körfez) tam ortasında yer almaktadır. Hiçbir süper güç İran ile uzun süreli hasımane ilişki içinde olmak istemez. Tam aksine, onu (bir müttefik sıfatıyla) potansiyel rakiplere kaptırmama hesabı yapar. Bazı taktik hamleleri gerçek hedef ve stratejilerle karıştıranlar, büyük Batılı devletlerin hepsini İran'a düşman zannediyorlar. Oysa bütün süper güç adayları, İran'ı uzun vadede "dostluk" çemberi içinde nasıl tutabileceklerinin hesabını yapıyorlar. İran da bu durumdan azamî ölçüde faydalanmaya çalışıyor.

Uluslararası ilişkilere salt "ideoloji" gözlüğünden bakanlar çoğu kez yanılırlar. Diplomaside bütün marifet, rakip veya hasım olanı dost haline getirmektir. Rekabet veya hasımlık bu "dostluk" vesilesiyle ortadan kalkmaz, ama ertelenir veya alt alanlara kaydırılır. ABD bunu yirminci yüzyıl boyunca SSCB ile yaptı; şimdi İran'la denemeye çalışacak. Yüzyıl başlarında, ABD ve Batı Avrupa üçüncü dünyayı ekonomik bakımdan entegre etme gücüne sahip olsalar da, siyasî entegrasyona güçleri yetmiyordu. Çevrenin merkeze siyasî entegrasyonu SSCB'nin katkısıyla (ona bir antikapitalist alt bölge meydana getirilerek) sağlandı. Şimdi İran'ın katkısıyla iki büyük petrol bölgesinin sorunsuz entegrasyonu amaçlanıyor. Amerikan yönetiminin İran'a yönelik tehditleri, bu amacı minimum maliyetle gerçekleştirmeye matuftur.

1998 başlarında Yeni Şafak'ta yazdığım 'Türkiye dışarı, İran içeri' başlıklı yazıda şunları söylüyordum: 'Necmettin Erbakan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatıyla ilk resmî gezisini İran'a yaptı. Bir yıl sonra koltuğunu kaybetti. Ardından partisi kapatıldı ve kendisine beş yıl siyaset yasağı kondu. Bu arada Türkiye Avrupa'dan tekrar kapı dışarı edildi. İslam Konferansı Örgütü'nden azar işitti ve İsrail'le ortak tatbikata başladı. Aynı günlerde İran Cumhurbaşkanı Hatemi CNN'e çıka(rıla)rak Sisteme buyur edildi. Öyle görünüyor ki, iki büyük bölgesel gücün aynı anda Sistem içinde bulunması uygun değil. Maliyet yükseliyordur muhakkak! Biri içerdeyken diğeri dışarda tutuluyor; biri girerken diğeri ya çıkmak, ya köşeye sıkışmak zorunda bırakılıyor."

Bir süre sonra Mesut Yılmaz Türkiye Başbakanı sıfatıyla ABD'deydi. Amerikan basınında bir iki küçük habere konu olabildi ancak. Dünya medyasındaysa Yılmaz'ın gezisinden hiçbir iz yoktu. Oysa aynı günlerde İran Cumhurbaşkanı Hatemi, ABD ve dünya medyasının göz bebeğiydi. Birleşmiş Milletler'de Bill Clinton ile karşılıklı birer konuşma yaptılar. Bunun anlamı çok büyük: Dünya meclisinde ABD, "Batı" dünyasını temsil etti, İran "Doğu" dünyasını! Hatemi'nin konuşmasını istisnasız bütün dünya televizyonları verdi ve sadece iki ülke arasındaki yakınlaşmanın değil, medeniyetler arası diyaloğun ciddi bir basamağı olarak sunuldu!

Soru şu: Avrasya'nın ortasını tutan bu iki ülke (Türkiye ile İran) jeopolitik "pivot" rollerini ne ölçüde başarıyla değerlendirip birer jeostratejik "oyuncu" olmaya hazırlanabiliyorlar?

Pivot değil, jeostratejik oyuncu

Günümüzde jeopolitik artık bölgesel boyuttan küresel boyuta genişlemiş bulunuyor. Küresel üstünlüğün şartı, topyekün Avrasya kara kütlesine hükmetmektir. ABD'nin mevcut konumunu sürdürebilmesi için, Avrasya'daki jeostratejik oyuncuları bölünmüş tutmak, pivotları ise kendisinin etki alanından dışarı çıkarmamak zorundadır. Jeostratejik oyuncular, mevcut jeopolitik durumu değiştirmek üzere, kendi sınırları ötesinde güç ve nüfuz kullanabilme hususunda kapasitesi ve millî irâdesi olan devletlerdir. Jeopolitik pivotlar ise, önemleri güç veya motivasyonlarından çok, haritadaki hassas yerlerinden ve jeostratejik oyuncuların davranışları bakımından büyük önem arzeden kültürel/tarihsel şartlarından kaynaklanan devletlerdir. Elbette bütün jeostratejik oyuncular güçlü ülkelerdir, fakat her güçlü ülke mutlaka jeostratejik oyuncu değildir. Brzezinski, Avrasya'nın yeni siyasî haritasındaki jeostratejik beş oyuncuyu şöyle sıralıyor: Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan. İngiltere, Japonya ve Endonezya güçlü oldukları halde bu role layık görülmüyorlar. Beş önemli jeopolitik pivot ise şunlar: Türkiye, İran, Ukrayna, Azerbaycan ve Güney Kore. ABD; Fransa ile Almanya'yı askerî, Rusya'yı malî, Çin ile Hindistan'ı ise ticarî yönden çevreleme siyaseti güdüyor. Temel korkusu, Türkiye ile İran arasındaki muhtemel ve mümkün işbirliğidir. İşbirliği halinde, bu iki güç birer pivot olmaktan çıkıp, beraberce jeostratejik güç haline gelirler. Türkiye, Avrupa Birliği'ne yaklaştıkça, İran'ın ABD karşısında eli güçlenecek ve belki de daha ìAmerikancıî bir siyaseti tercih edecektir. Her iki ülkenin de uzun vadede unutmaması gereken gerçek şu ki, ancak mantıklı bir işbirliği içinde olmaları halinde AB veya ABD karşısında pazarlık güçleri olur. Tek başlarına hareket ettikçe, biri AB'nin, diğeri ABD'nin taşeronu olmaya mahkûmdur.


22 Ağustos 2004
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED