AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Makam sevgisi

Tarihte en çok görülen siyasal hastalıklardan biri de "makam-mevki sevgisi"dir. Geçmişte alimlerin "hubb-u cah" olarak isimlendirdiği makam sevgisi asırlardan günümüze gelen ve insan tabiatının sonucu olan bir duygudur.

Elbette "korku, hırs, imrenme" gibi bütün duygular kontrol altına alınması gereken ve yüzlerini doğru istikamete döndürüldüğü takdirde yararlanılabilecek duygulardır. Yani bu duyguların var olması başlı başına iyi veya kötü değildir, bunların iyiye mi, kötüye mi doğru kullanıldığıdır önemli olan.

Siyasette asıl olan belli makamların sağlayacağı avantajların ya da insanın nefsini okşayan duyguların değil, bu pozisyonların imkan vereceği fonksiyonların hedeflenmesidir.

Eğer siyaset bir "hizmet" alanı olarak görülüyorsa, makam da daha iyi hizmet edebilmenin fırsatı açısından bir anlam taşır.

Eğer siyaset menfaat ve nüfuz sağlamak için yapılırsa, makamlar da bunları elde etmek için kullanılan birer araç haline gelir.

Makam sahibi olmanın sağladığı fiziksel faydalar bir yana psikolojik getirisi de insanların başını döndürmeye yetebilir. Bunlardan en çok görüleni "şöhret"tir. Tanınma, bilinme, popüler olma gibi duygular aslında kamil insanın değerler dünyasını sarsabilen duygulardır. Zehirli bir bal gibi herkesin ilk başta hoşuna giden, ama zamanla nefsin çığırdan çıkmasına ve kalbin zafiyetine sebep olan cazip, ama riskli bir olgudur şöhret...

Kimi insanlar makamları anlamlı hale getirir, o makama yeni bir ruh verir. Kimi insanları ise makamlar bir yere getirir, önemli yapar.

Makamın altında ezilen, makamın ağırlığını taşıyamayan, makamın misyonunu üstlenemeyen insanlar için makam sahibi olmak büyük bir eziyete ve bir nevi zulme dönüşebilir. Bu yüzden insanlara kaldıramayacağı veya hak etmediği bir makamı vermek o makamın gerektirdiği fonksiyonları tahfif etmek demektir.

Makam sahibi olunca, yediği-içtiği, gezdiği-konuştuğu, okuduğu-yazdığı, sevdiği-saydığı değişen insanlar makamın altında kalan insanlardır. Makamlar, şahsiyet erozyonuna sebep olmamalıdır.

Bir makama ulaşmayı nefsi bir hedef olarak görenler, o makamdan ayrılınca 'dünyanın sonu geldi' zannederler.

Eğer mesele hizmet yarışıysa, herkes bu hizmet etme fırsatına ulaşmalı, hizmetin farklı alanlarında faaliyet göstermekten çekinmemelidir.

Mesele yükü omuzlamaksa, daha diri ve dinamik olanların omuzlarını yükün altına koymasından gocunulmamalıdır.

Makam sahibi olmak bir ödüllendirme değil, yük taşımaya davet olarak görülmelidir.

Kimse bulunduğu makamı kazanılmış ve bir daha bırakılmayacak bir hak olarak görmemelidir.

Bir hareketin başında olarak hareketi ortaya çıkaranlar yani "ilkleri" ve "öncülleri"olanlar ebediyen her makamın başında olmaları gerektiğini düşünmemeli. Çünkü bazen hareketler ilk çıktıkları noktadan hızlı bir şekilde daha ileri bir noktaya gelebilir, öncülleri aşan bir mahiyet ve zenginlik taşımaya başlayabilirler. Haleflerin seleflerden daha iyi olmayacağını kim iddia edebilir?

"Bu hareketin sıradan bir neferi olmaktan çekinmem", "benden daha iyisi ve layığı olduğunda hemen emaneti teslim ederim" gibi sözlerin gerçek hayatta örneğini artık göstermek gerekiyor.

Erdemli bir siyaset ve ehliyet/liyakata dayanan bir bürokrasi hedefine ulaşmak için idealleri zorlamak lazım.

Kişisel hedeflerini makamlara değil, misyonlara göre yapanlar ne bulduklarına çok sevinirler, ne de kaybettiklerine çok üzülürler.


30 Ağustos 2004
Pazartesi
 
YALÇIN AKDOĞAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED