|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Ben bizim diplomatlara, Brüksel'deki herkes de bana acıyor. Karşıma çıkan diplomatların hepsinin gözü kan çanağı; "Kızılcık şerbeti döküldü" diyemeyecekleri için "Büyütülecek bir şey yok canım" demeyi yeğliyorlar... Türkiye'nin AB nezdindeki daimi temsilcisi Büyükelçi Oğuz Demiralp, "Elbette yoruluyoruz; ama biz zaten bürokrasinin maraton koşucularıyız" dedi bana... Bana acımalarının sebebi ise nereden baktığınıza göre değişiyor. Seyahat etmeyi dert bilenler açısından durumum gerçekten göz yaşı dökülecek gibi: Son bir hafta içerisinde tam üç kez Ankara-Brüksel-Ankara arasında gidip geldim. Artık buradaki meslektaşlarla karşılaştığımızda, onlar bana bir şey demeden ben onlara "Hoşgeldiniz" diyebiliyorum... Brüksel'deki Türkiye ile ilgili olaylar ve gelişmelerin izlenmesi açısından da fevkalâde acınacak haldeyim. Burada olup da bilmediğim görmediğim katılmadığım pek az bizi ilgilendiren olay var; bunun için de sadece Brüksel'de bulunmam yetmiyor, resmen koşuyorum da. Bu arada sadece 24 saatliğine Türkiye'ye dönüp sonra yine buraya geldiğim için de koşuşturma bayağı yokuş çıkmaya benziyor... Terliyorum... Bu son gelişim Odalar Birliği dâvetiyle oldu. TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu devletin AB yolundaki çabalarına sivil toplum adına katkıda bulunmak için bayağı gayret gösteriyor; Brüksel'deki 'Türkiye Platformu' etkinliği bunun son örneği. TOBB, yüzlerce sivil toplum örgütünün temsilcisine ulaşmış, hepsini üç uçakta toplayıp Brüksel'e taşıdı. Kaç kişiyiz tam bilmiyorum, ama Brüksel'de nereye dönsem bir Türk'le karşılaşıyorum... Toplantının yapıldığı Conrad Oteli bizim varlığımıza epeydir alışık. Galiba Mesut Yılmaz'ın başbakanlığı günlerinden beri yolunu buraya düşüren Türk heyetleri Conrad'ı mekân tutuyorlar. Çevre hayret etse de otel çalışanları bizlerin kalabalıklığımızdan fazla rahatsız görünmüyorlar. Türkiye ile ilgili Brüksel merkezli yabancılar da, aldıkları dâvetiyeye bakmadan bile, nereye gideceklerini tahmin edebiliyor olmalılar... Radikal'den Funda Özkan kulağıma ilginç bir benzetme fısıldadı: 17 Aralık tarihinde AB zirvesi yapılacak değil mi? Aynı tarih, Konyalılar ve Mevlâna hayranları iyi bilecekler, 'Şeb-i Arus' gecesi... Şeb-i Arus, Mevlânâ ile Şems-i Tebrizî'nin buluşup birbirine kavuşması olayı... Bizde yedi gün sürüyor Mevlânâ haftası, Başbakan Tayyip Erdoğan da bu amaçla yarın akşam Konya'da olacak... Ancak esas tarih, buluşma ve kavuşma günü, 17 Aralık... Türkiye de, 17 Aralık tarihinde, 1960 öncesi ve sonrasında başlamış olan AB yürüyüşünü o gün tamamlayacak... Ya da hiç değilse beklenen bu... Acaba mümkün olacak mı? Tabii bu soruyu Brüksel'de hem bizimkilere, hem de yabancı diplomat, siyaset adamı ve gazetecilere sorma fırsatı buldum. Buralara kadar koşup yorulmamın sebebi de bu zaten. Anladığım şu: Türkiye'ye yansıyan hava çok yanlış değil; bütün pürüzler hâlâ ortadan kalkmamış, sorunlar tamamen bitmemiş durumda. Önümüzdeki hafta boyunca ince ayarlar için diplomatik çabalar sürdürülecek; lobi faaliyetleri de... Herkesin derdi sorunsuz bir uzlaşmaya ulaşmak... Görüşlerine değer verdiğim bir diplomat, "Çocuk yapmak mârifet değil de doğacak çocuğun sağlıksız olmaması için çalışıyoruz" dedi bana. Üzerinde düşünmek gereken bir tespit bu. İki tarafın elini daraltan şartlar yüzünden sağlıksız bir 'uzlaşma' ortaya çıkarsa sonra ne yaparız? Nurtopu gibi olmak yerine çarpık çurpuk bir çocuk gibi doğmuş şartlarda AB'ye gidilir mi? Diplomatların işi bu sebeple de zor. Bunları yazdım diye haberlerin olumsuz olduğunu sanmayın sakın; tam tersine, burada aldığım izlenim bir sürprizle karşılaşılma ihtimalinin az olduğu... Varolan sorunlar aradaki hassasiyetlerin tam anlaşılmaması yüzünden; iki taraftan biri diğerini ikna ettiği anda sorun bitecek. İkna edemesek de işe yarayacak bir sonuç elde edilebilir. Diplomasi bunun için icat edilmiş bir meslek zaten... Şimdiden görüneni bir de ben tekrarlayayım: 2005 yılı içerisinde müzakerelerin başlayacağı yolunda bir karar şimdiden var. Kıbrıs konusu da sorunlar gündeminden düşmüşe benziyor. Ermeni sınırının açılması doğrudan bir cümle halinde herhalde yer almayacak karar metninde. İnsan hakları konusunda temenni ve tavsiyeleri dert etmek de gerekmiyor. 'Sürekli deragasyon' konusunda bizim ciddi itirazlarımız ise dinleniyor... İşin özeti bu. Dışişleri bakanı Abdullah Gül ikili temaslar yanında Avrupa'da görevli büyükelçilerimizle bir beyin fırtınası oturumu da düzenledi. Katılan bir diplomat, bana, "Her şey mükemmel gidiyor" diye özetledi izlenimini. Şunu da ekleyerek: "İlk çıkan taslaktaki çerçeve de bize çok ters değildi; son metnin daha da tatmin edici olacağını sanıyorum." Brüksel'e sivil toplum çıkarmasından özetler bu kadar...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |