AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Karşıyaka Mezarlığı, ANAP ve AK Parti

ANAP'ı 1983 yılında 37 kişi kurdu. Bu kurucu üyelerden sadece birisi, şu anda aktif siyasete devam ediyor. O da Adalet Bakanı Cemil Çiçek. ANAP Genel Merkezi ise şimdi AK Parti'de siyasete devam eden Çiçek'in evi ile işi arasında bulunuyor. Çiçek, her sabah Adalet Bakanlığı'na giderken veya akşam eve dönerken mutlaka ANAP'ın önünden geçiyor. Balgat'ta neredeyse her gün 3-5 saniyelik nostaljik buluşma yaşanıyor.

Çiçek, makam aracından ANAP Genel Merkezi'ni izlerken zihninden geçenleri şöyle anlatıyor: "Üzülüyorum tabiî. Kim ne derse desin, ANAP, bu memlekete çok önemli hizmetler yapmıştır. Özellikle telekomünikasyonda, altyapıda, ekonomide, bankacılıkta çok önemli icraatları olmuştur. Kimse bunu inkar edemez. Ama maalesef kötü yönetildiği için, halktan koptuğu için bugün bu duruma gelmiştir. Geçerken bakıyorum da Karşıyaka Mezarlığı'nın ışıkları yanıyor ama ANAP'ın ışıkları yanmıyor. Üzücü bir durum tabiî."

Kurulduğu ilk yıl yüzde 45 oyla iktidara gelen ANAP'ın 21 yıl sonra Karşıyaka Mezarlığı'nı çağrıştıran bir noktada olması, neyle açıklanabilir? Kuşkusuz, bu konuda söylenecek çok söz vardır. Çiçek, şunları söylüyor: "Elbette partideki kadrolar önemli ama daha önemlisi genel başkanlardır. Geçmişe bakın, Özal, Yılmaz, Çiller ve diğerleri... Ama hepsini ailesi ve yakın çevresi yıprattı. Her liderin buna çok büyük önem vermesi lazım."

AK Parti'de "ANAP'lılaşma tehlikesi" var mı? Çiçek, şöyle diyor: "Partinin küçülmesi manasında yok. Ama dikkatli olmamız lazım"

*  *  *  

Kısa süre önce Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger, AK Parti'yi "henüz pişmemiş aşure"ye benzetmişti. "Aşure" tartışması sürerken, şu sorunun yanıtı hep merak edildi: "Başbakan bu benzetmeye kızıp Dülger'i fırçaladı mı?" Kesin bir ifadeyle şunu söyleyeyim, Başbakan, kesinlikle Dülger'i bu sözleri için aramadı. Hatta Başbakan, Kızılcahamam'da milletvekilleriyle gruplar halinde görüşürken Dülger'e ne "aşure"yi sordu ne de "ima" etti.

Oysa Dülger'i arayan iki genel başkan yardımcısı vardı. Bu telefon görüşmelerinde, sert tonda bazı konuşmalar da oldu. Yeni bir tartışmaya yol açmamak için bu konuşmaları bir kenara bırakıyorum. Ama DP-DYP misyonundan yetişmiş Dülger'in, "aşure" sözlerinden sonra kendisini arayan bir genel başkan yardımcısına söylediği şu cümle çok önemli: "Sayın başkan, 2 yıldır bu partideyim ama beni ilk defa arıyorsunuz..."

"Pişmemiş aşure" sözünün altında yatan temel etkenlerden birisi de işte bu konuşmadaki diyalog kopukluğu. Bu diyalog eksikliği, Meclis kulisinde milletvekilleri arasındaki kümeleşmeye baktığınızda daha açık görülebiliyor. "Aşure" sözünün sahibi Mehmet Dülger'i genellikle yalnız dolaşırken görürüm. Sadık Yakut yalnız, Osman Seyfi yalnız, Vahit Erdem yalnız, Selahattin Beyribey yalnız, Miraç Akdoğan yalnız. Biraz daha ileri gideyim. Erkan Mumcu yalnız, Murat Başesgioğlu yalnız...

Prof. Dr. Özcan Köknel'in "Çağdaş insan yalnızdır" tezindeki gibi, etraflarında kalabalıklar var ama kendilerini "yalnız" hissediyorlar. Yani Dülger'in "henüz pişmemiş aşure"sindeki nohut gibi, fasulye gibi...

Sanıyorum, Başbakan bunun farkında. O yüzden Kızılcahamam kampında milletvekillerine şu üç soruyu yönelterek yanıtlarını istedi: 1. Nasıl bir parti istiyorsun?, 2. Nasıl bir Meclis grubu istiyorsun, 3. Nasıl bir parti grubu ilişkisi istiyorsun?

Unutulmamalı ki, Stephen W. Hawking'in evrenin tek ve büyük patlamayla meydana geldiğini anlatmak için kullandığı "Big bang- büyük patlama" teorisinde olduğu gibi, patlama hızı durduktan sonra "büzülme" süreci başlar.

Öyle anlaşılıyor ki, Başbakan, sorunu tespit etmiş, neşteri vurmuş.

*  *  *  

Kızılcahamam kampında bazı milletvekilleri, YÖK ve zina tartışmalarının ardından neden "geri adım" atıldığını sormuş. Son dönemde AK Parti içinde, hükümetin yoluna taş koyan çevrelere karşı, "hesap soralım" şeklindeki mırıldanmaların "koro" haline dönüştüğü gözleniyor.

Korkut Özal'dan dinlemiştim. 1983 sonu ANAP tek başına iktidar çoğunluğuna ulaşınca, merhum Turgut Özal'ın etrafını saran kurmayları bastırıyor: "Efendim, bu askerlerden hesap soralım. Bunlar bize az kalsın iktidarı vermiyorlardı, seçimde aleyhimizde çalıştılar, daha nereye kadar susacağız." Özal, hepsini sakince dinledikten sonra, şöyle diyor: "Bakın arkadaşlar, biz şu anda sadece hükümet olduk, iktidar değil."

Özal, haklıydı. Çünkü, hükümet olmak ve iktidar olmak farklı kavramlardı. İktidar olmak, muktedir olmaktı. Ama o günün şartlarında ANAP buna sahip değildi. Üzülerek belirtmek gerekir ki, az gelişmiş demokrasilerde sandık gücü, iktidar gücü anlamına gelmiyor. Son dönemlerde Erdoğan'ın "İktidarız ama muktedir değiliz" sözü, Özal'ın "Hükümet olduk ama iktidar olamadık" sözünün, 20 yıl sonraki versiyonudur.

AK Parti, bünyesinde enfeksiyona yol açan bu virüslerden kurtulmalıdır. Eğer rahatsızlık, "kanser" gibi tedavisi imkansız hastalığa dönüşürse, "çaresiz" kalırsınız. Kanserden ölen hiçbir hastanın ölüm raporuna, "kanserden öldü" yazılmaz. Ölüm nedeni olarak "solunum yetmezliği" gösterilir.

Kanser, ölüm nedenidir. Solunum yetmezliği, ölümün ta kendisidir.


4 Ekim 2004
Pazartesi
 
ŞAMİL TAYYAR


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED