AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Hayal kırıklığı mı?

Sayı ile önce Ali'nin (Bayramoğlu) yazısında karşılaşmasam, Başbakan'ın Diyarbakır'da hitap ettiği kitlenin 600 kişiden ibaret olduğu yolundaki haberleri ilk anda sayı saymasını bilmeyenlerin yeni bir marifeti sanabilirdim.

Bu kadar hazırlık, aydınlar'la seyahat öncesi yapılan ve bunca gürültüye neden olan toplantı, Başbakan Bush gibi korunacak türünden gazeteleri dolduran tuhaf mı tuhaf başlıklar (...) ve nihayet karşınızda doğrudan seslenme imkanı bulabildiğiniz topu topu 600 kişi... Bunun adı hayal kırıklığı değilse nedir?

Bunları söylerken sanmayın ki Başbakan'ın başta sorunun adını koyarak söz etmesi olmak üzere, sorunun çözümü için demokrasinin ve dolayısıyla siyasetin önemine işaret eden sözlerini önemsiz buluyorum. Bu sözler, güvenlik uzmanları'nın açıklamalarının yine pek revaçta olduğu şu günlerde tabii ki sarfedilmesinde yarar olan sözlerdir. Hayal kırıklığı'nın sebeplerini buralarda, yani bu sözler'in doğrulunun ve gücünün eksik olmasında değil, başka yerlerde aramak gerekiyor.

Muhalefet partilerinin ve basının kimi kalemlerinin Başbakan'ın Kürt sorunu'nun çözümüne ilişkin (bir hayal kırıklığı ile başlasa da) attığı ilk adımlara yönelttiği eleştirilerin-açıkça söylemek gerekirse-çağın ruhu göz önüne alındığında hiçbir kıymeti ve gücü yoktur, tamamı Eski Rejim'in ürünüdür. Kürt sorunu sözünün telaffuz edilmesini ötekileştirme'nin bir delili olarak sunan (hem de Kürtlerin sahiden ötekileştirildiği bir ülkede!) bir başyazar bu çağda kimi ikna edebilir ki! "Demokrasi içinde çözüm derken ne kastediyor?" diyerek Başbakan'ı sıkıştırmaya çalışan CHP Genel Başkanı etrafına kimleri toplayabilir ki? "Kürt sorunu' lafı, bölücü örgütün patentli lafıdır" diyebilen bir muhalefet partisi başkanı (Erkan Mumcu) bu çağda kime neyi anlatabilir ki? Ama hakkını yemeyelim;

DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, kendisi bizzat çağın ruhu'na belki de en aykırı siyasal parti başkanı olmasına rağmen (çünkü bu zamanda, yanlışıyla-doğrusuyla hakkında bu kadar güvenlik hikayesi anlatılan bir şahsiyetin kuşatmayı giderek kıran bir toplumda iddialı olabilmesi mümkün mü?), sözünü ettiğimiz hayal kırıklığı'na yol açan faktörlerden birisinin teşhisini bir gün önceden doğru koymuştu. Ağar, Başbakan'ın büyük bir olay haline getirilen Diyarbakır seyahati'ni değerlendirirken (bu kez!) haklıydı: "Sanki Türkiye'nin bir iline değil de yurtdışına yapılan bir seyahat havasına döndürüldü." Dikkatinizi söyleyenden kaçırabilirseniz doğru söz doğrusu!

Şimdi de gelelim bu iyi niyetli çıkışın niçin hayal kırıklığı ile sonuçlandığının nedenlerine:

Bir kere herşeyden önce, halkına kucak açılan bir şehrimizin o halkın oylarıyla seçilen belediye yönetiminden gelen daveti reddedip, ziyaretleri Valilik'te kabul etmekte ısrar etmek ciddi bir İdare Reformu hazırlığında olan bir başbakana uygun bir davranış değildi.

Daha da önemlisi, Diyarbakır gibi halkın son derece politize olduğu bir şehirde, gereksiz bir retorik ile fazla uzağa gidilemeyeceğinin bilinmesi gerekirdi. Mesela, "Tek Devlet, Tek Millet, Tek Bayrak" sloganının-başka yer kalmamış gibi-Diyarbakır'da yüksek sesle dile getirilmesine ne gerek vardı? Sırası gelirse "Tek Devlet" ve "Tek Bayrak"tan tabii ki söz edebilirdi, ama ya "Tek Millet"? Doğru ya da yanlış o başka bir mesele ama Başbakan, kendisinin de Kürt sorunu olarak söz ettiği sorunun öznelerinin "Tek Millet" meselesinde Türklerden farklı düşündüklerini bilmiyor mu?

Başbakan'ın şu sözlerle Diyarbakırlılarla empati kurma çabasını da çok gereksiz buldum: "Kürt sorunu bu milletin sorunudur. Herkesten önce de benim sorunumdur."

Tamam anlıyoruz, Başbakan, başbakan olduğundan dolayı Kürt sorunu'nu sırtlayanların başında da olduğunu söylemek istiyor; ama ne gerek var? Bırakın-hiç değilse-Kürt sorunu da herkesten önce Kürtlerin sorunu olarak kalsın...

Başbakan'ın Diyarbakırlılara "Hapis yattım ama devlete küsmedim, devlete küsülmez" sözleriyle bir bakıma bir devlet terbiyesi dersi vermesini de yadırgadım. Niçin, devlete niçin küsülmez imiş? Bana göre gereksiz bir terbiye ve ders bu. Başbakan'ın bu sözlerinin Diyarbakırlılar üzerinde nasıl bir etki bıraktığını tahmin edebiliriz herhalde. Bu sözler 12 Eylül'ün ünlü Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde gün saymış tutuklu ve mahkûmları tarafından nasıl yorumlanmıştır acaba? (Benim de şimdi aklıma geldi: Bence, bir sonraki Diyarbakır seyahatinde, şehre ve şehirliye karşı büyük bir sembolik jest olarak, bu cezaevini yıkmak için (eğer hâlâ ayaktaysa) ilk kazmayı Başbakan vurmalıdır.)

Yani sonuç olarak, Başbakan'ın Kürt sorunu konusunda iyi niyetle başlattığı bu çabanın-arayışın bundan sonra daha az hayal kırıklığı ile sonuçlanabilmesi için işin ciddiyetinin daha iyi anlaşılması; bu arayışta kaçınılmaz olan retorik'in daha fazla kavramla desteklenmesi; gereksiz empati arayışlarından uzak durulması; siyaset felsefesinin büyük kavramı olan tanıma-değer bilme'yi (reconnaissance) işe katmadan bu işlerin çözümünün imkansız olduğunun bilinmesi gerekiyor.


15 Ağustos 2005
Pazartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED