T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 21 ARALIK 2005 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Mevlana'yı an/la/ma klavuzu

Timur Selçuk, TRT'de yayınlanan bir programda, Türk müziğini, "bir ahlâk ve ruh müziği" diye tarif etmişti. Bu tarif, sadece müziğimizi değil, İslâm'ı da, kültürümüzü de, medeniyetimizi de özlü bir şekilde izah eden bir tariftir.

Ahlâk, medeniyetimizin, zahîrî bütün tezahürlerini ve varoluş biçimlerini; ruh da, bâtınî boyutlarını temsil ve izah eden bir iki z/engin boyutudur.

Ancak medeniyetimizin, hayatı tek bir boyuta indirgeyen seküler Batı kültüründen de, "tersinden seküler" Doğu kültürlerinden de ayrılan en hayâtî özelliği, zâhir'le bâtın'ı, ruh'la beden'i, fizik gerçeklik'le metafizik gerçeklik'i birbirinden ayırmaması; insanı ve hayatı yalnızca zâhir'e ya da yalnızca bâtın'a indirgememesidir.

Batı, hayatı yalnızca zâhir'e; Doğu ise yalnızca bâtın'a endeksler; oysa İslâm, zâhir'le bâtın arasında kopmaz bir ilişki, iletişim ve irtibat kurar. Zâhir'de bâtın'ın, bâtın'da da zâhir'in tecellîlerini görmemiz; böylelikle hayatı, dünyayı, kâinâtı bir bütün olarak algılamamamız imkân dahiline girmiş olur.

Bugün düşünce gündemimize, 732. vuslat yıldönümü dolayısıyla Hz. Mevlânâ'nın algılanma ve anlaşılma sorununu alıyoruz. Tarık Tufan, hem seküler (Batılı), hem de "tersinden seküler" (mistik Doğulu) algılama biçimlerinin, İslâm'ı da, tasavvufu da, Hz. Mevlânâ'yı da nasıl çarpık ve çarpıtarak algılamamıza ve anlamamıza yol açtığını ve bihakkın algılama ve anlama biçimlerinin zenginleştirici ve ufuklandırıcı boyutlarını nefis bir şekilde gözler önüne seren, güzel bir Mevlânâ'yı an/la/ma klavuzu sunarak düşünce gündemimize dikkate değer bir katkıda bulunuyor.
(YUSUF KAPLAN)


Mevlana'yı popüler kültürden korumak!

Mevlânâ, bir dünya açarken, pergelin bir ucunda salınırken, bazıları için de çıkmazın kendisi oluyor. Mevlânâ'yı popüler söylemlerine kurban ederlerken, kendileri ışıksız bir yola giriyorlar

  • TARIK TUFAN
    Son dönemlerde bazı tartışmalar ve görüş aktarımları, klişe ifadeler üzerinden gerçekleştiriliyor. Konuya uygun bir söylem kalıbı alınıp, konuşmanın uygun yerine özenle yerleştiriliyor. Böylece, düşünmek, yeniden üretmek gibi emeklere girilmeden vaziyeti kurtarmak mümkün oluyor. Şöyle örneklemek mümkün: Bu aralar, farklı görüşlere açık olmanın klişesi, Nazım'ı da Necip Fazıl'ı da okuyor olmak. Bu iki isim, hazır bir düşünce yapısı oluşturmuş ve her önüne gelen de, bu hazır yemekten yemeye devam ediyor.

    POPÜLER KÜLTÜRÜN GÖZ(LÜĞ)Ü

    Popüler kültür, bir kavramı /olayı / olguyu derinlemesine bir bakışla, dikey bir düşünüşle ele almaz ve alınmasına da iyi bakmaz. Bu tür bir düşünüş, popüler kültürün varlığını, meşruiyetini ortadan kaldırır. Popüler kültürün varlığı bu tip yatay / sığ düşünce kalıplarından doğuyor çünkü.

    Mevlânâ da popüler kültürün, benzer bir saldırısıyla karşı karşıya. Her türlü inanış ve düşünüş tarzının müntesipleri, sözlerinin arasına Mevlânâ'yı alarak görüş bildiriyor. Mevlânâ'nın dili ve perspektifi buna imkan tanır ve herkesin bundan nasiplenme hakkı vardır, diyebiliriz. Ancak tek bir şartla! Eğer söylenenler Mevlânâ'nın ruh ve düşünce omurgasına ters düşmüyorsa. Birbiriyle çelişen söylemler bile Mevlânâ'dan esinleniyorsa / dayanak buluyorsa burada bir sorun olduğunu söyleyebiliriz. Aynı durum, Şeyh-i Ekber için de söz konusu edilebilir: Arabî de bağlamından koparılmış ifadelerle, aslâ yan yana anılamayacağı söylemlere dayanak olarak kullanılıyor.

    TASAVVUFUN VE MEVLANA'NIN DİLİ

    Mevlânâ'nın kullandığı dilin anlaşılmasıyla ilgili problemlerin olduğunu söylemek mümkün. Bununla birlikte Mevlânâ'nın metaforları / sembolleştirmeleri / hikayeleştirmeleri de modern zamanlarda yerli yerince anlaşılmaktan - büyük bir kitle tarafından - uzaktır. Aslında çemberi genişletecek olursak, tasavvufun dili, metaforları ve inanış zemini de modern seküler aklın ve algılama biçimlerinin imkanları içinde anlam kaybına uğramıştır.

    Birçok mutasavvıfın düşünceleri, hislerini ifade ettiği dönemler ve insan tipleri düşünüldüğünde, muhatabın da söyleme etki ettiği düşüncesinden hareketle önem taşır. Daha açık söyleyecek olursak, Mevlânâ, Şeyh-i Ekber ve diğer mutasavvıfların pek çoğunun, söylemlerinde, belirli bir insan niteliğini ve keyfiyetini de gözettiklerini söyleyebiliriz.

    Elbette avama söyledikleri sözler de var; ancak bazı şeyler var ki, muhatabının niteliği gözetilerek söylenmiştir. Ancak bugün bu durum karmakarışık olmuştur.

    SEKÜLER DİLİN SINIRLARI

    Modern insanın kullandığı dil ve metaforik algısı oldukça zayıftır. Kullandığı dilin metafizik boyutu günden güne azalmaktadır. Seküler dil, gitgide kavramsallaştırma ve örnekleme kabiliyetini yitirmektedir. Buna mukabil sığ, klişe, köksüz ifade biçimleri de gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Bu sebepledir ki, mesela şiir dili kısırlaşmakta ve dönem şairleri ne yazık ki azalmaktadır. Dilin imkanlarını açacak görsellikler gelişirken, dilin kısırlaşması da buna paralel olarak gelişen bir başka dikkat çekici noktadır. Dil de tüketilen bir olgudur ve metafiziğini yitirdikçe tüketilmesi de kolaylaşacaktır.

    Mevlânâ'yı kendi dilinden okuyabilme niteliğinden mahrum olmak bir yana, şerhlerini dahi anlayabilmek mümkün olmuyor birçokları için. Osmanlıca, Arapça, Farsça gibi dillerin eğitim müfredatlarındaki yerleri düşünüldüğünde temel kaynaklarla aramızdaki mesafe acı bir şekilde bir kez daha önümüze gelecektir. Onun gazellerini, rubailerini anlayabilecek zihin ve algı yapısı, dil kavrayışı tükeniyor modern zamanlarda. Dolayısıyla mutasavvıfları da kendi dünyamızın dar kalıplarına, seküler ve sığ bir dile kurban ediyoruz. Mevlânâ da "ne olursan ol yine gel" kadar dünyamızda yer teşkil ediyor. Bu bile doğru anlaşılabilse, bazı kapıları açacak ama ne yazık ki bir cümleye indirgediğimiz düşünce bile doğru algılanamıyor.

    METAFİZİK DİLİN İMKANLARI

    Bu sıkıntıyı yaşayan sadece tek bir kesim değil; ne yazık ki, dil / anlam / metafor karmaşası ve sığlığı yaşayan farklı kitleler var. Sosyalistler de, İslâmcılar da, Milliyetçiler de, Liberaller de aynı sığlıktan nasibini alıyor. Dilin metafiziğini, metafizik imkânlarını ve boyutlarını yitirmesi bütün düşünüş biçimlerini karanlık yollarda, çıkmaz sokaklarda yapayalnız bırakıyor. Oysa, insanı özgürleştiren ve zenginleştiren şey, aslında, metafizik açılımları ve metaforik düşünme kabiliyetidir neticede. Hayal kuramayan, sembolleştiremeyen, kavram üretemeyen bir dünyanın insanları olarak farklı kaynaklardan besleniyor olsak da, aynı çıkmaz sokakta dolaşıp duruyoruz. Bu açıdan bakıldığında, Mevlânâ, bir dünya açarken, pergelin bir ucunda salınırken, bazıları için de çıkmazın kendisi oluyor. Mevlânâ'yı popüler söylemlerine kurban ederlerken, kendileri ışıksız bir yola giriyorlar.

    Dinin ve din dilinin anlaşılmasıyla ilgili devâsâ bir sorun var karşımızda. Modern zamanlarda dinin algı düzeyi ile ilgili olarak içimiz rahat bir şekilde cümleler kuramayız. Birçok açıdan sorunlu bir alan bu. Çünkü hayat bütüncül olarak seküler bir forma girdikçe din dilinin algılanma imkanı da sekülerleşiyor. Tanrı'yla hangi dili konuşabileceğini bilemeyen modern insan, peygamberi de, kutsal kitabı da ve arkasından gelen din büyüklerini de anlamaktan aciz bir duruma düşüyor.

    "Mutasavvıflar da anlaşılır bir dil kullansaydı" şeklindeki itiraz ancak komik olarak nitelendirilebilir; ki, günümüzdeki durum basitlikten de aşağıya tepetaklak inmiştir. Asgari düzeyde vahiyle, sünnetle ve temel kaynaklarla muhatap olabilmeyi başarmış bir insan bile bu metaforik dile, anlatım tarzına adapte olabilir. Sorun o insanların anlatım tarzından ziyade dînî hayatın ve algının nitelik olarak anlam kaybına uğramasındadır.

    BATILILAR, POPÜLER KÜLTÜR VE TASAVVUF

    Yanlış anlaşılmalar bir yere kadar anlaşılabilir. Bundan daha bir tehlike var; ki, o da, Mevlânâ'nın bir olgu ve inanış sistematiği olarak popüler kültür tarafından kullanılması. Son zamanlarda özellikle Batı'da sûfî akımlar ilgi görmektedir. Hint ve Çin mistisizminden medet uman Batılılar bu arada İslam mistisizminden etkilenmeye başlamışlardır. Türkiye'de de tasavvufî düşünüş biçimi geçmiş dönemlere oranla daha fazla ilgi çekmeye başlamıştır. Bu durum, peşisıra ciddi bir yanılgıyı ve sapma tehlikesini de içinde barındırıyor. Özü gereği içe dönük / derûnî olan tasavvuf, popüler kültürün kullanım alanına girerek, görselleşmeye, içeriğini ve ruhunu kaybetmeye başlamıştır. En azından birileri bu anlamda kullanma çabasındadır diyebiliriz. Bu popülerlik ve içini boşaltma, son kertede, " ne güzel, hem dinî argümanlarım var; hem de hayatımı dilediğim gibi yaşıyorum" sapmasına dönüşmektedir.

    Tasavvuf ehli temel kavramların doğru anlaşılması ve bunların davranış biçimlerine de sahih bir şekilde yansıtılabilmesi için sorumluluk almalıdırlar. Aksi halde Mevlânâ gibi Şeyh-i Ekber gibi değerler, düşünürler, inanç ve düşünce eksenlerinden kopartılarak süflî bir din anlayışına kurban edilme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Dergahların kapanması ile birlikte öz denetim mekanizmaları da zayıfladığından birçok olumsuz örnek insanların zihnini ifsad etmektedir.

    MEVLANA'NIN KAYNAĞI: KUR'AN

    Kimi neyzenlerin alakasız mekanlarda ney üflemeleri, neyin sızısına yakışmayan halleri sürdürmeleri de bu popüler kültür ortamının sonuçlarıdır. Yine benzeri olarak Sema'nın da, popüler kültürün saldırısıyla, birçok zaman anlam kaybına uğratıldığını söyleyebiliriz. Tasavvuf kültürü, ciddi bir saldırının tehdidi altındadır. Bu tehdit, bu kültürün direkt olarak yok edilmesiyle ilgili değil, anlam boşaltılması ve popülerleştirilmesi yoluyla kaynağından / vahiyden koparılmasıyla ilgilidir. Vahiyden koparılmış bir söylemi genelde tasavvufa, özelde ise Mevlânâ'ya, Arabi'ye yakıştırmak, cahillik değilse, haince bir saldırıdır. Neticede Mesnevî, "Mahz-i Kur'an" dır; yani özünü Kur'ân'dan alır.

    Sonuç olarak Mevlânâ da birçok mutasavvıf gibi pergelin diğer ayağına tutunabilirsek bize ufuk açacak, birçok gizi açığa vuracak isimlerden biridir. Ama onun anlam dünyasına adım atabilmek dil, bilgi, metafor alanlarında yetkinleşmeyi / hiç olmazsa samimiyeti! gerektirir. Önce Mevlânâ'yı popüler kültürün saldırısından korumak gerekir. Mevlânâ'yı dediğime bakmayın siz. Aslında kendimizden söz ediyorum.

    "Ruh, ilim ve akılla dosttur….Köpek dahi ilim öğrenince sapıklıktan kurtulur, ormanlarda helâl av avlanır."

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi