|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Sinema sanatçısı Tarık Akan'ın "bazı darbeler iyidir, bazı darbeler kötüdür" anlamına gelen sözlerini, "Bravo, işte bu müthiş tespit" diyerek günlerce köşesinde alkışlayan, sonra da işi "darbe güzellemesi"ne döken arkadaş, muhtemelen gelen tepkiler üzerine bir "zevahiri kurtarma" yazısı kaleme almış. Bu arada bize (bu konuyu kalemine dolayan iki kişiye) bok atmadan da duramıyor; 1948'den bu yana gazete okuruymuş, bu süre içinde gazete yazarlarının çoğunun tartışma sanatından habersiz olduklarını görmüş, bu kanısı iyice pekiştiği için Hürriyet'te yazmaya başlarken hiçbir yazarla tartışmamayı ilke edinmiş. Bak sen! Matbuat, tartışma sanatını bilmediği için, "ikinci cumhuriyetçilerin korkulu rüyası" olması gereken süper yazar arkadaşımız, bazı eleştirileri, bazı karalamaları, hatta bazı ahmaklıkları sineye çekiyor. Hele bizim gibi düzeysizlerle hiç tartışmıyor. Ben pek de öyle olduğunu düşünmüyorum... Bilakis, dişine uygun muhatap bulduğunda ya da bulduğunu zannettiğinde, tartışmaya bayılan bir arkadaşımız... Mesela, Prof. Mehmet Altan'ı dişine göre bulmuş, eşsiz Fransızcasına da güvenerek kora kor bir kavram tartışmasına girişmişti. Günlerce "Yok öyle bişey, Mehmet Altan'ın dediği türden bişey kavramsal ve dilbilimsel olarak mümkün değil" diyerek üst perdeden atıp tuttu. Mehmet Altan'ın dediği türden şeyin kavramsal ve dilbilimsel olarak var olduğu kanıtlanınca da sustu. Niye sustuk peki güzel kardeşim? Hani herkeslere tepeden bakıyorduk? Hani hafif bıçkındık? Hani özgüvenimiz yüksekti? Hani kültürlü ve entelektüeldik? Tarık Akan'lı yazıları meğer biz yanlış anlamışız. O hiçbir darbeyi savunmamış. Sadece, darbelerin ne anlama geldiğini, kötü darbe olabileceği gibi, iyi ve özgürlükçü darbe olabileceğini de belirtmiş. Daha doğrusu, klişelerle düşünmeye yatkın biz salak ve zavallı insanları, paradoksal gibi görünen şeyler söyleyerek düşünmeye davet etmiş. Eskiden beri böyle yaparmış. Edebiyat dünyasında olduğu gibi gazetecilikte de "bütün sloganları, tabuları, klişeleri, konfeksiyonları, tapon taşeron mallarını" irdelermiş... Edebiyat dünyasında yaptığı şeyleri "tabula rasa" ve "gelenek" tartışmasından biliyoruz, zor durumlara düştüğünü de hatırlıyoruz... Gazetecilikte de böyle yapacaksa bence vazgeçsin. Tamam, gazetecilikte, karşısında Hilmi Yavuz ya da Mehmet E. Yavuz gibi sabırlı, kendisini anlamaya çalışan muhataplar bulamayacaktır ama, bence vazgeçsin... Hem, gazeteciler o kadar boş ve kültürsüz varlıklar değil. Neyse, kendisi bilir! Süper yazarın zevahiri kurtarma yazısını irdelemeye devam edelim. Şöyle diyor: "Gazete yazarları, savlarım üzerine düşünmek yerine, benim askeri darbeleri aklamak istediğimi ileri sürdüler. Ne demek istediğimi anlamadılar; çünkü yazılarım klişe kodlar üzerine bina edilmemişti..." Dikkat ettiyseniz, böbürlenme devam ediyor. Özgüven acaip yüksek. Başkaları, yazılarını klişe kodlar üzerine bina ediyor; bir tek bu özgün. Her meseleye değişik bir bakış açısı getiriyor, her klişeyi düzeltiyor. Klişe düzeltme konusunda muazzam bir birikime sahip. Biz talep etmeden, "Bir başka klişe düşünceyi hemen düzeltelim" deyip dalıyor ve düzeltiyor: "27 Mayıs dışında kalan üç müdahalenin Türk solunu yok etmek için yapıldığı ileri sürülür. Bu sav bir vehim ve böbürlenmedir. 12 Eylül ve 12 Mart müdahaleleri, 27 Mayıs ile bozulan oyunun, dolayısı ile Menderes rejimi için hazırlanan programın restorasyonu için yapılmıştır. Bu restorasyon sırasında her zaman sol ve zaman zaman milliyetçi sağ sertçe zapt-u rapta alınmıştır." İyi de güzel kardeşim, bunları senden önce yazdılar. Hem de daha yetkin bir biçimde yazdılar. (Bkz. "Darbelerin Ekonomisi", Prof. Dr. Mehmet Altan.) Biz, kafandaki "sol" ve "demokrasi" tanımının bilimsel ve epistemolojik değeri olmadığını, dolayısıyla "özgürlükçü darbe" lafının sana pek yakıştığını söylüyoruz. Hakikaten de çok yakışıyor.
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |