|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
![]() |
|
HAK VE HUKUKA GÖRE CAMİ Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettiğinde ayağının tozuyla Ayasofya'da namaz kılmış, güneşin doğduğu tarafa bakan mihrabın yönünü Kâbe'ye döndürterek, güneş batıdan doğana kadar bu yapıyı cami olarak vakfetmişti. Ayasofya o günden beri, Necip Fazıl Kısakürek'in deyimiyle bir remz oldu. Tüm Müslümanların ruhî remzi. Bugün, Ayasofya tartışmaları içinde "Burası insanlığın ortak malı, dolayısıyla müze olarak kalmalı" tezini savunanların ve her fırsatta Ayasofya'nın kilise olduğunu ima edenlerin en çok üzerinde durdukları konu, Hıristiyanlar için çok değerli olan Ayasofya'nın neden cami yapıldığıdır. Hiç kuşkusuz bunun hukuki dayanağı vardı. Öncelikle Ayasofya, Patrikhane'nin değil imparatorun mülkiyetindeydi. Fatih, İstanbul'u güle oynaya değil, savaş yoluyla almıştı. Dönemin uluslararası savaş hukukuna göre de bütün kiliseleri cami yapma hakkı vardı. Ve Fatih, hükümranlık hakkı olarak burayı camiye çevirmişti. AYASOFYA'DA OSMANLI İZLERİ Bizanslılardan harabe halinde alınan Ayasofya'nın, camiye çevrilmesi sırasında ana çizgileri korundu, figürlü mozaiklere bile dokunulmadı. Sadece namaza zarar vermeyecek şekilde bir kısmı sıvayla kapatıldı. Cami, Osmanlılar zamanında birçok tamir gördü, geleneğe uygun olarak çevresine çeşitli yapılar eklendi ve esere Osmanlı mührü vuruldu. Fatih, Ayasofya'ya mihrap, minber, tuğla minare kütüphane ve medrese yaptırmıştı. Bu medrese, Ayasofya'nın müze haline getirilmesinden sonra, 1935'te müze müdürü tarafından ortadan kaldırıldı ve iz kalmaması için temelleri dahi söküldü. Benzer uygulamalar Ayasofya külliyesinin daha bir çok Osmanlı yapısında uygulandı. Sultan İkinci Bayezid devrinde kuzeybatıdaki ince minare, Sultan İkinci Selim devrindeyse Mimar Sinan tarafından batıdaki iki kalın minare eklendi ve yer yer dayanaklarla kuvvetlendirildi. Mimar Sinan'ın yaptığı dayanaklar ve onarımlar yapının bugüne kadar ulaşabilmesini sağladı. Kazasker Mustafa Efendi'ye ait kubbede yazılı olan Besmele ile Nûr sûresinin 35. ayeti ve sekiz büyük levha, hat sanatının şaheserleri olarak Ayasofya'yı süslüyor. Mihrabın yan duvarlarındaysa Osmanlı padişahlarının yazıp buraya hediye ettiği levhalar bulunuyor. Ayasofya'nın bahçesinde bulunan Sultan 2. Selim, Sultan 3. Mehmed, Sultan 3. Murad ve şehzadelerin türbeleri, Sultan 1. Mahmud'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid'in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya'daki Türk çağı örnekleridir. HER DÖNEM EL ÜSTÜNDE TUTULDU Ayasofya, beş yüz yıllık Osmanlı döneminde her padişahın göz bebeği oldu, üzerine titrendi, bakımı ve onarımı için hiçbir masraftan kaçınılmadı. İstanbul'da hiçbir cami onun kadar ilgiye mazhar olmadı. Her dönem, resmi geçidin yapıldığı merkez cami oldu. Padişah, şehzadeler ve diğer önemli devlet adamları bazı vakit namazlarını burada kılar; zafer, bayram ve kandil kutlamaları bazen padişah ve diğer önemli devlet adamlarının katılımıyla burada yapılırdı. Kadir geceleri altı bin kandil yakılan camide, Fatih'le başlamak üzere, sultanların Kadir gecelerinde teravih namazını kılmaları bir gelenek oldu. İstanbul'da ilk cuma namazını burada kılan Fatih'ten sonra, cuma ve bayram namazlarını Ayasofya'da kılmak cami tarihi boyunca bütün Müslümanlar için, heyecanla özlenen bir ibadet oldu. Bu özlem günümüzde büyük bir hüzne dönüşmüş durumda. Müzeye çevrilerek gerçek manasından ve ruhundan uzaklaştırılan mabet, bir mezar sessizliğinde, taş ve sütun yığını halinde soğuk bir yüzle ziyaretçilerini karşılıyor bugün. Manevi atmosferinden sıyrılmış bu hali ise tüm İslâm âlemini üzüyor ve Müslümanlar, bir an önce bu büyük mabedin asli fonksiyonuna kavuşturularak ibadete açılmasını bekliyor.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
|
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |