|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
'İhkak-ı hak' da bir hak alma yöntemidir; Atatürk'ün Bursa Nutku'nda işlediği kişi ve kitlelerin kendiliğinden harekete geçmeleri de... Ancak, bunların 'hukuk devleti' öncesine ait yöntemler olduğuna hiç kuşku yok. Bugünün 'hukuk düzeni' hakkın elde edilmesini yargı süreciyle sımsıkı irtibatlıyor. Başında bir anayasa hukuku profesörü bulunan, herbiri mesleklerinin zirvesinde öğretim üyelerinden oluşan YÖK'e akıl vermek herhalde bana düşmez; ama gelişmelerin biçimi ölçülerin hayli değiştiğine işaret ediyor. Bu sebeple yine de bir denemekte yarar var. En ilkel toplumlarda bile, kişiler arası ilişkiler ile topluma karşı görevleri düzenleyen kurallar vardır; ancak her toplumun düzeni 'hukuk' kavramıyla ifade edilemez. 'Hukuk devleti' veya 'hukuk düzeni' kavramları, kurallar ve yasaları bulunan bir toplumdan çok daha farklı bir yapıya işaret eder. İlişkiler keyfîlikten uzaklaşmış ve hemen her konu her türlü etkilenmeden muaf yargı mekanizmasının ilgi alanına girmiştir. Yargıçlar, bir 'hukuk devleti'nde, kurallara uygun kararlarını yalnızca vicdanlarının sesini dinleyerek verirler. Bu sebeple de, bir 'hukuk devleti'nde, insanlar, yargıya saygı duyarlar. Dilimizde varolan yargıya aşırı güveni yansıtan deyimlerin kökeninde bu anlayış yatıyor. Van Üniversitesi rektörünün tutuklanması sonrası YÖK'ün ve rektörlerin sergilediği davranış, 'hukuk devleti' kavramı üzerine titremesi beklenecek bir kitleye hiç yakışmıyor. Dün, o tavrı, "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" sloganıyla hareket eden 'Üç silâhşorlar' mantığına benzetmiştik. O tavır, eğer yol yakınken dönülmezse, anayasada yerini almış 'hukuk devleti' kavramına bir başkaldırı anlamı taşıyacağı için, şimdiden öngörülmesi zor vahim sonuçlar doğurabilir. Hukuk hepimize lâzım. Rektörlerin yargı karşısında özel bir 'dokunulmazlığı' bulunmuyor. Bu sebeple, işlemleri denetime tâbi ve yanlış yaptıkları zaman haklarında yargı süreci başlatılabiliyor. Bir kişiyle ilgili yargı süreci ile birlikte 'hukuk devleti' kuralları da işlemeye başlıyor. Savcılar lâyü'sel değiller; kararlarını mahkemeye onaylatmaları gerekiyor. Bir mahkemenin verdiği karara bir başka mahkeme nezdinde itiraz hakkı da var. Mahkeme 'suçlu' bulduğunda da süreç bitmiyor, temyiz aşaması devreye giriyor. Temyiz kararı bozduğunda sanık yeniden yargılanıyor... Yargıtay'ın kararı bile son değil; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ülkemizdeki hukuk süreci tüketildikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuru hakkı da var... 'Hukuk devleti' olmak bu demek zaten; bir 'hukuk devleti'nde hukuk süreci, verilen kararların her türlü keyfîlikten uzak ve kurallara uygun olduğunun her düzeyde kabulüyle tamamlanıyor... Bu gerçek ortada dururken, hepsi de 'okumuş-yazmış' insanlar olan YÖK üyeleri ve rektörlerin 'ihkak-ı hak' iddiasıyla yola dökülmeleri, yargıyı karşılarına alacak söz ve fiilleri devreye sokmaları, 'hukuk devleti' iddialı bir ülkede 'devlete karşı kalkışma' manzarası veriyor. Profesörü böyle yaparsa câhili ne yapmaz? YÖK'ün demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla çalıştığı bir düzene kendini uyumlu hale getirmede sorunlar yaşadığı belli. YÖK, bilindiği gibi, 12 Eylül darbesinin ürünüydü ve o sıkı dönemin etkilerini hâlâ üzerinde taşıyor. Ancak, AB perspektifi ile irtibatlı bir ülkede, YÖK'ü demokrasiyle bağdaştıracak yapısal bir değişime tâbi tutmak şart. Şu sırada başlayan AB ile 'tarama süreci' daha ilk maddesinde; ama o madde YÖK'ün değişmesini de getirebilecek 'bilim ve teknoloji maddesi'... Yoksa, YÖK'ün ve rektörlerin esas sıkıntısı bu olmasın?
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |