AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Avrupa'ya iman etmek

Bir fikir adamı, bir sanatçı için evrensel olmakla yerli olmak arasında gerilimli bir alan olduğu düşünülür. Oysa evrensel düşünce geliştirebilmenin, insanlığa malolmuş sanat eserleri üretebilmenin olmazsa olmaz şartı içinde bulunduğu sınırları aşmak gerektiği kadar 'bir yere ait olma'yı da gerektirir. Bir toplum adına konuşan sanatçının, düşünürün kendine saygısı olmadan tüm insanlığın saygı duyacağı eser vermesi ne kadar mümkün? Bir filozof romancı olarak Dostoyevski, romanlarını dünyanın her köşesinde okuyanların kendinden bir parça bulabildiği kadar da Rustur. Bir Rus romancı olarak Rus insanını eserlerine yansıtırken evrensel dil kurabildiği içindir ki büyük romancıdır.

Orhan Pamuk'un ödül töreninde yaptığı konuşma metnini okurken temelde bu yerellik değil ama 'yerlilik ve evrensellik' arasındaki gerilimli ilişkinin pusulası şaşmış intelijansiyamız açısından daha da karmaşık, sorunlu hale geldiğini düşünmeden edemedim. Düşündüklerini romanlarıyla dile getiren bir edebiyatçı olarak Orhan Pamuk'un bir Türk romancısı, aydını olarak bu ülkeyle ilişkisi nerede başlıyor nerede bitiyor sorusunu sormaya zorlayan bir sunumu vardı.

Evrensellik yerlilik arasında

Roman üzerine düşüncelerini bir yana bırakıp, bu topluma ilişkin tasavvurlarını, daha doğrusu kendinin altını çizerek vurguladığı Batı, Doğu, Avrupa, Avrupa Birliği, modernlik ve Türkiye ilişkileri gibi sorunsallar ekseninde adına konuştuğu dünyanın 'dünyasına' ne kadar ait olarak konuştuğunu sorgulanmalı. Batı'da verilen her ödül karşısında sevinçten şaşkına dönen köşe yazarlarının, aydınların yaptığı yüzeysel değerlendirmelerin ciddiye alınır bir yanı yok. Orada ne söylendiği, kimin nasıl algıladığına kafa yormak yerine ödül karşısında gözü kamaşan zavallı Üçüncü Dünya aydını tipi çizen yorumcuların zaten orda söylenenlere ne kafa yoracak kaygıları, ne de itiraz edecek bir yerli duruşları, sorumlulukları olmadı hiç.

"Yalnızca Hıristiyanlığa dayanan bir Avrupa, yalnızca dinden kuvvet almaya çalışan Türkiye" kimliğini eleştiren Orhan Pamuk'un Avrupa ve Avrupalılık değerleriyle kurduğu ilişki biçiminin en azından kullandığı dil ve geliştirdiği mantık açısından sahip olduğu dini muhteva Tanzimat'tan bu yana Batıcı Türk aydınlarının yeni versiyonu olduğunu gösteriyor. Batı karşısında yenik, özür dileyici tavırlarla malül olmuş tatlısu Frenkliğine benzeyen Batı öykünmecilğinin tedavülden kalkamayışı, üstelik Batı ile yüzleşme adına aynı dilin kullanılıyor olması, en azından bunca Batılılaşma maceramızdan sonra gelinen fikir düzeyi ürküntü verici. Metaforik ifadelendirmeye bile gerek duymadan düz anlamıyla çizdiği Batı kapısında el açan bir Türkiye portresiyle ödüllendirilmiş bir romancı ile karşı karşıyayız. Temsil ettiği toplumu, hiçbir medeniyet deneyimi olmayan ilkel bir kabile gibi takdim eden bir aydın tipi var karşımızda. Geçmişle, kendi toplumuyla hesaplaşmayı toplumunun ait olduğu değerleri aşağılamakla eş değer görülmenin ödüllendirilişi ilk defa yaşanmıyor.

Avrupa bir din midir?

Bahsetmek istediğim daha farklı bir konu. Avrupa, Batı ve Türkiye ilişkisi üzerine laik bir aydın olarak geliştirdiği fikirlerindeki muhteva bizzat kendisinin eleştirdiği statükocu-kemalist batıcılıktan hiç de farklı değil.

Kendisini "Batıcı laik bir İstanbul çocuğu" olarak tanımlayan yazarın, kendi ifadesiyle "özgürleştirici Batı ve Avrupa"yla kurduğu ilişkinin dini muhtevası, kullandığı din dili, Batı telakkisinini entelektüel bir tercih olmaktan çok iman meselesi haline getirildiğini gösteriyor. Batıcı seçkinlerin Avrupa'yla kurdukları bu marazi ilişki kendi toplumlarıyla kurdukları ilişkiye doğrudan yansıyacaktır. "Avrupa Birliği'ne inananlar sorunun barış ile milliyetçilik arasında olduğunu bir an önce görmeli", "Batılılaşmış, laik bir İstanbul çocuğu olarak yetiştirilmiş benim gibiler için, Avrupa Birliği'ne inanmak zor bir şey değil", "Ben Avrupa hayali olmayan bir Türkiye'yi düşünemediğim gibi, Türkiye hayali olmayan bir Avrupa'ya da inanamayacağımı biliyorum."(alıntılar Radikal, 24.10.2005).

Kullanılan dilin ideolojik muhtevasından önce hemen şunu sormak gerekir: Avrupa nedir? Bir coğrafya mı, bir ideoloji mi, bir siyasi oluşum mu? Avrupa iman edilmesi gereken bir din midir? Burada söz konusu olan sadece gramatik yanlışlık değil zihinsel işleyişi belirleyen bir mantık sorunuyla da karşı karşıyayız. Türkiye ve Avrupa'nın dini kimlikleriyle özdeşleştirilmesini "gerçekçi olmayan, geriye gidiş" olarak yorumlayan birinin misyoner edasıyla bizi Avrupa'ya iman etmeye çağırması yabancısı olmadığımız zihin karışıklığının, arasatta kalmışlığın hikayesidir.

Hele Avrupa'nın ne olduğuna, tüm dünya için ne anlama geldiğine dair söylenenler Türk hümanistliğinin son perdesi sayılmalı. Jön Türklerden bu yana Avrupa'nın ne olduğu konusunda kavrayışımızda değişen hiçbir şey olmamasına hayıflanmaktan başka ne yapılabilir?

"Avrupa, Batı dışındaki dünyada ve özgürlük, eşitlik, kardeşlik duygularını yeşerttiği için itibar bulabiliyor. Avrupa'nın ruhu, aydınlanma, eşitlik ve demokrasiyse Türkler bu barışçı Avrupa'da yer almalılar."

Yerli olmayı başaramayanlar, evrensellik adına Avrupa'yı iman edilmesi gereken bir din haline getirirler. Bu tutum, bir bakıma 150 yıllık düşünce tarihimizin özeti gibidir.


25 Ekim 2005
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED