|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
WASHINGTON- ABD başkentinde Türkiye'yi konuşurken "Başbakan Erdoğan'a suikast girişimi" haberinin ortama düşmesi her insan üzerinde değişik etkiler bırakıyor; o etkilerin hiçbiri de hoş değil... Türkiye'nin yanlış hesaplara râm olmaması için istikrarını koruması gerekiyor; bunun tek yolu ise mâceradan uzak bir ülke halini alması. Her saldırı, ya da eylem bu yürüyüşü sakatlıyor işte. Amerika siyasî suikastlara alışkın bir ülke. Abraham Lincoln'den John F. Kennedy'ye hayatını bu yolda kaybeden başkanlar çıktı. En sonuncu örneği Ronald Reagan olan pek çok başkan da suikastlardan canını kıl payı kurtarabildi. Nice siyasî liderin kariyeri kâtiller elinde sona erdi; kimi ise tekerlekli iskemleye mahkum kaldı suikast girişimi sonrası. Bu tür siyasî hesaplaşmaların 'Amerikan modeli' olduğu bile söylenebilir... Suikast, suikast girişimi, saldırı gibi soğuk kavramları deşmekte yarar var. "Acaba kimler, hangi düşüncelerle suikast girişiminde bulunur?" Suikastçının kendi başına hareket ettiği varsayımına sahip bu soru doğruyu yansıtmıyor. Suikastçı yalnız biriyse çoğu kez kafadan çatlaktır, onun için herhangi bir motife ihtiyacı yoktur zaten; sabah kalkar ve kafasına taktığı kişiyi silâh menziline düşürmeye çalışır... Ancak, suikastlar, genellikle, sonuç almayı amaçlayan kapsamlı birer planın eseridirler. Girişim safhasında kalmış, hedefini ortadan kaldırmamış olanları bile... Turgut Özal ve Süleyman Demirel iktidarları sırasında böyle birer girişime hedef olmuşlardı; her ikisi de suikast girişimi sonrasında 'daha farklı' hale geldiler. Bazen suikastçı, ya da onu hedef üzerine gönderen, istediği sonucu kan dökmeden alacağını hesap eder. Çoğu kez istediği sonucu alır da... Kütahya'da Tayyip Erdoğan'ın otobüsünün önüne kadar yaklaşabilen kişinin amacının kan dökmek olmadığı belli. Ancak, o kadar zahmete de boşuna katlanmadı herhalde. Girişimle verilmek istenen mesaj çok açık; "İsteseydik seni ortadan kaldırabilirdik" mesajı bu... Bu tür mesajlara ilk doğal tepki benzeri girişimleri boşa çıkartacak etten bir duvarın hedefin etrafına örülmesidir. Hedef haline gelen lider, kitlelerle buluşmasını azaltır doğal olarak. Halkla liderin arası giderek açılır. Özal ve Demirel suikast girişimlerinden sonra bu gelişme açıkça yaşandı. Bir de daha güncel boyutu var olayın: Her suikast, girişim halinde de kalsa, sonuçta bir 'terör' eylemidir. Türkiye şu günlerde yeni bir terör dalgasına muhatap ve bazı akl-ı evvellerin ortaya sürdüğü çare, daha kısa süre önce yasalardan çıkartılan, özgürlükleri daraltıcı, demokratik olmayan maddelerin hortlatılması oluyor. TCK 141, 142 ve 163'ün yerini alacak, 312'yi daha da pekiştirecek, her aykırı sözü, her fiili 'yasak' hale dönüştürüp yazar ve düşünürleri mahkeme mahkeme süründürecek yeni bir düzenleme talebi masada. Tayyip Erdoğan ve kurmayları, çoktandır bir yerlerde pişirildiği anlaşılan bu projeye hiç sıcak bakmıyorlar ve Meclis'i alelacele toplayıp şiddetlendirilmiş yeni maddelerin yasalaşmasına yüz vermiyorlardı. 'Suikastçı' tam bu sırada ortaya atılıp 'terör' olgusunun kişiselliğini Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına hatırlatıverdi. Ne tesadüf değil mi? Türkiye'de yaşanan müessif olaya ABD'nin benzer deneyimlerinin süzgecinden bakıldığında, demokrasi ve insan hakları konusundaki kararlılığı bozmayı amaçlayan, gücünü halktan alan bir siyasî iktidar ve liderle halk arasına mesafe koymayı zorlayan bir eylem olduğu apaçık görülüyor. Silâh çakaralmaz olabilir, ancak o silâhı o kişinin eline verenler her şeyi bilinçli yapıyorlar; buna hiç kuşku yok... Bu tür tuzakları boşa çıkartmanın tek yolu var: Amacını iyi tespit edip beklenenin tam tersi biçimde davranmak...
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |