|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Global eşitsizlik ve adaletsizlik 1920'lerdeki bilim-kurgu öykülerinde bile tahayyül edilmeyen boyutlara ulaştı. Yeni dünya sorunları, savaşları, şiddet eğilimleri, yakıp yıkan terör bu musluktan besleniyor. Bu sadece bizim tespitimiz değil, son on yıllda bu konuda yapılan çalışmaların, hemen her düzeyde uyarıların haddi hududu yok. Son olarak 2000'lerin ilk iki yılı yeryüzündeki tahrip edici adaletsizliğin, dünyanın dörtte birini açlık sınırına yaklaştıran eşitsizliğin, kısacası ekonomik globalleşmenin olumsuz yönlerini giderici yoğun çalışmaların başlamasına tanık olmuştu. Siyasi globalleşme adı verilen bu arayışlar türlü biçimlerde hala sürdürülüyor, yeni siyasal hareketlerin itici gücünü oluşturuyor. Ne var ki, sorun bir insanlık sorunu… Kah direnç biçiminde, kah savaşlar şeklinde, kah imha faaliyetini bir tüketim unsuru haline getirerek bir ucu değerlerin iflasına, diğer ucu terör hareketlerine kadar uzanıyor. Ne yazık ki, bu sorun insanlığın ürettiği sistem ve düzenden doğuyor. Bu sistemin adı bildik: Globalleşme, global düzen… Globalleşme, sadece açık toplumu, liberal düzeni, özgürlükler alanının genişletilmesini ifade etmiyor. Bunların keyfi ve faydacı kullanımının yarattığı dengesizliklere de göndermede bulunuyor. Globalleşme sadece, üretim sürecinin parçalanması, üretim ve finans merkezlerinin, sahiplerinin birbirinden ayrışması, mal-para bağlantısının kopup paranın parayla ilişkilenmesi, beklentilerin metalaşması, sınırların ekonomik olarak yok olması demek değil. Aynı zamanda pazarların artan ağırlığı demek; bunun karşısında devletlerin zemin kaybetmesi, yeni adil rekabet ve adaleti sağlamak için hakemlik ve regülasyon araçlarını üretmede zorlanması demek. Bu yönleriyle globalleşme hız kazandıkça krizlerle karşılaşıyor. Her kriz eşitsizliklerin biraz daha artmasına, toplumsalın biraz daha yaralanmasına, toplumsal faturanın ağırlaşmasına yol açıyor. Ve toplumsalın tahribatı dünyayı her geçen gün biraz daha zorluyor. Yeryüzündeki uç eşitsizlik halleriyle karşılaştırılamaz bir nokta da olsa, Türkiye de bu zorlanmayı yaşıyor. Bugün hala toplumsal ve ekonomik farklılıklar sorun üzerine sorun üretiyor ve bu sorunlar kültürel biçimler kazanıyorlar, kimliklerle aktörleşiyor ve direniyorlar. PKK'dan El Kaide'ye kadar şiddet ve şiddet kültürüne işaret eden tohumlar böylece filizleniyor. Ne yapmalı? Biliniyor ki, eşitsizliklerin azaltılması için pazarlar önemli. Ama bu zorunluluğun "güçlü bir sosyal çevre" gibi bir önşartı var. Bu önşart daha iyi bir yaşam kalitesini, daha yüksek bir geliri, kamusal yaşama daha fazla katılmayı gerektiriyor… Daha iyi eğitim ve sağlık seviyesini, ekonomik, sosyal ve politik "aktörlere eşit mesafede olduğu kadar onları birbirine eşit mesafede tutacak bir devlet yapısı"nı talep ediyor… Hepsinden önemlisi, bunlar için "birey ve özgürlük kavramlarının ekonomik ve kültürel yönleriyle yeniden tanımlanması"na, politik ve sivil hakların bu çerçevede olabildiğince geniş tutulmasına işaret ediyor. Toplumsalın ve ondan hareketle siyasalın yeniden keşfi hem bugünü kurtarmak hem yarını kurmak anlamına gelir. Bilmek gerekir ki, bunların reddi, mevcut düzenin devamı, yarınlarda daha çok şiddet, dengesizlik, terör vaadediyor.
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |