|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Bir komutan, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt, “Eşarba kimse bir şey diyemez” demiş ve eklemiş: “Erzurum’daki olay kapıda duran görevlinin işgüzarlığı...” Bu açıklama dünkü gazetelerde haber olarak yer aldı. Oysa, benim bildiğim, o komutana bağlı askerî binaların hiçbirine eşarplı kadınlar ile sakallı erkekler alınmıyor. Eşarp moda olduğu için takılmış, sakal tıbbî zorunluluk yüzünden bırakılmış olsa da... Geçen gün sohbet ettiğimiz merkez partilerde politika yapmış ünlü bir dost kendi başından geçen ilginç bir olayı anlattı. Üç kişiymişler; eşleriyle birlikte, üst düzey bir komutan tarafından akşam yemeğine dâvet edilmişler. İçlerinden biri kısa süre önce geçirdiği bir ameliyat sebebiyle yüzündeki yarayı örtmek için sakal bırakmış. O sakal yüzünden komutanın dâvetlilerini içeri sokmamış kapıdaki görevliler... “Çok nâziktiler” dedi olayı anlatan; biri, “Efendim, isterseniz berberimiz sorunu şuracıkta çözüversin” teklifinde bile bulunmuş... Sorunu dâvetin sahibi komutan çözmüş sonunda. Hayır, “İçeri bırakın” diyerek değil, konuklarını Boğaz’daki bir lokantaya götürerek... Benzer bir olayı, Hıncal Uluç’un İzmir’de çıkan Gözlem gazetesinde yazan ağabeyi Öcal Uluç da yaşamıştı; bir yazısından hatırlıyorum: Eşiyle birlikte İzmir Orduevi’nde yapılan bir düğüne gittiklerinde kapıdan çevrilmiş... Sakalı yüzünden... Hıncal Uluç da sakalıyla herhangi bir askerî tesise giremez... Öcal ve Hıncal Uluç’un babaları Fuat Uluç 27 Mayıs sonrasında adı epey gündemde olan albay rütbeli bir asker ve politikacı olduğu halde... Her iki yazar da babalarının yolunda oldukları halde... Ben yine de, Org. Büyükanıt’ın, “Eşarba kimse bir şey diyemez” sözünü önemsiyorum. Bu sözün, bir tâlimat halinde bütün askerî tesislere iletilmesiyle, hiç değilse düğün, nişan ve sünnet gibi bazı sosyal etkinliklerde yaşanan rahatsızlıklar sona erebilir... Komutanın, Atatürk Üniversitesi’nde yaşanan başörtüsü krizini iletişimsizliğe, kapıları tutan görevlilerin işgüzarlığına bağlaması ise gerçekle tam uyuşmuyor. Sebebi basit: Erzurum’da mezuniyet törenlerinde ilk kez bu yıl karşılaşılan bir olay değil bu... Sabah yazarı Umur Talu eski yazılarına göz attığında, Atatürk Üniversitesi mezuniyet töreninde başörtülü veliyi kapıdan içeri sokmama olayının tıpkısı tıpkısına aynen geçen yıl da yaşandığını fark etmiş; dün buna değiniyordu... Bir yıl önce de o olayla ilgili bir tepki yazısı yazmış çünkü... Geçen yıl olayın bu kadar tepkiyle karşılanmamasına dikkat çekiyor doğal olarak. Doğrudur: Başörtülü anneler geçen yıl da Atatürk Üniversitesi kampüsü kapısından döndürülmüştü, ama olay o zaman fazla büyümemişti... Acaba neden? Neden bu yıl insanlar bu konuda daha tepkisel oldu, genellikle başörtüsüne ‘ters’ bakan kalemler bile “Artık fazla oluyoruz” anlamına gelen yazılar yazdı, CHP lideri olayı kınadı, komutan “Eşarba kimse bir şey diyemez” açıklamasını yaptı? Bu önemli bir soru. Herkesin üzerinde ciddi biçimde düşünmesi gereken bir soru olduğuna hiç kuşku yok... En başta da eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in... Başörtüsü konusunu gündeme taşıyan Süleyman Demirel’dir. Televizyonlara çıktığında, sözü Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığına sürükleyerek dikkatleri Çankaya Köşkü’ne çıkacak kişinin eşinin başörtülü oluşuna yoğunlaştırmasa ortada tartışılacak bir konu olmayacaktı. İnsanlar, ‘cumhurbaşkanı’ olacak kişide pek çok özellik arıyor ülkemizde, bunlar arasında eşiyle ilgili ‘başörtüsüz olma’ şartı bulunduğunu sanmıyorum... Bugüne kadar gelmiş geçmiş cumhurbaşkanları içinde eşi başörtülü olan vardı: Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün sonradan ayrıldığı eşi Lâtife Hanım Çankaya Köşkü’nde otururken başını örtüyordu. Kenan Evren’in Çankaya’ya çıktıktan az sonra kaybettiği eşi pek ortalıkta görünmedi, ancak muhafazakâr biri olduğu anlaşılıyor Sekine Hanım’ın... Evren Paşa eşinin vefat yıldönümlerinde köşkte mevlit okuturdu; herhalde katılan kadınlar mevlit sırasında başlarını örtüyorlardı. Hem neden eş? Neden tartışma hep ‘eş’ üzerinde yoğunlaşıyor? Köşk başörtüsü yasağı uygulanacak bir ‘kamusal alan’ ise, hemen bütün cumhurbaşkanlarının annelerinin kapıdan döndürülmesi gerekmez miydi? Turgut Özal’ın, Süleyman Demirel’in ve Ahmet Necdet Sezer’in annelerinin gördüğümüz fotoğrafları hep başı örtülü değil midir? Anne veya eş, ne fark eder? Komutanın “Eşarba kimse bir şey diyemez” sözü eğer kabul edilebilir bir ölçüyü yansıtıyorsa, sorunun çözümü yolunda önemli bir adım atılmış sayabiliriz. Çünkü, ‘başörtüsü’ veya ‘türban’ denilen örtü, üreticilerinin gazete ve televizyonlara verdiği reklâmlarda açıkça ifade edildiği üzere, aslında ‘eşarp’tır... Omuza da atılır, başı yarım veya tam örter eşarp; “Kimse bir şey diyemez” kabul ediliyorsa zaten mesele yok demektir. Aynı komutanın bir açıklama daha yapmasına ihtiyaç var: Politikacı dostumun üst düzey bir komutanın dâvetine gittiği askerî tesisin kapısından dönmesine, albay oğlu bir gazetecinin düğüne katılamamasına yol açan ‘sakal yasağı’ ile ilgili bir açıklama yapmasına... Her iki açıklama da bir tâlimat haline getirilirse iyi olur. En kötüsü kafa karışıklığı çünkü.
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |