|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kraldan fazla kralcı kesilen köşe yazarları, aynı zamanda Atatürkçü geçiniyor, Kemalizme toz kondurmuyorlar. Oysa Mustafa Kemal'i ortaya çıkaran ortamı biraz tanımış olsalardı; bugünkü anti-Amerikancılığın, 80 yıl önceki İngiliz-karşıtlığının benzeri olduğunu görürlerdi.
Son zamanların moda sorularının başında bu geliyor: Türkler, Amerikalıları niçin sevmiyor? Türk hükümeti (ve hatta devleti), bu hususta niçin tedbir almıyor? Eğer ABD ile "dost ve müttefik" isek, ülkemizde Amerikan aleyhtarlığı niçin bu kadar yüksek seviyelere ulaşıyor? Bu şartlar altında, ABD bizimle "stratejik ortaklık" kurmak ister mi? İstemezse, o ne yapar, biz ne yaparız? Bu tür soruları soranların başında güzide köşe yazarlarımız geliyor. Gücünü bilgisinden değil, köşesinden alan bu zevat; Amerikan yetkililerin bile yapmadığı bir tarzda, yöneticilerimizi suçluyor ve kaba saba bir üslupla hesaba çekmeye çalışıyorlar. Bu kraldan fazla kralcı kesilen köşe yazarları, aynı zamanda Atatürkçü geçiniyor, Kemalizme toz kondurmuyorlar. Oysa Mustafa Kemal'i ortaya çıkaran ortamı biraz tanımış olsalardı; bugünkü anti-Amerikancılığın, 80 yıl önceki İngiliz-karşıtlığının benzeri olduğunu görürlerdi. Kendi millet, hükümet ve devletlerini anlamak yerine, yabancıların gözü kapalı savunuculuğunu yapanların, hangi ince hesaplar içinde olduklarını zaman gösterecek. TBMM 23 Nisan 1920'de açıldı. Açılışının ertesi günü, Mustafa Kemal Paşa "ahvali dahiliye hakkında" uzun bir konuşma yaptı. Turanizm politikası, İslamiyet siyaseti, Suriye ve Irak'la ilişkiler, Kafkasya'da Çeçen, Gürcü ve Ermeni meseleleri, Rusya ile münasebetler hep bu "ahvali dahiliye"ye dahildir. Mühim bir mesele de "Alem-i Hıristiyaniyet"in bize bakışıdır. Hıristiyan dünyasının "mevcudiyetimize son vermek istediklerini" bilmekle beraber, Kemal Paşa yumuşak bir siyaseti daha uygun görmekte; eski defterlerin karıştırılmasından çok, karşılıklı çıkarların gözetilmesini önemsemektedir. Ancak, İngilizlerle ciddi bir sıkıntımız vardır: "İngilizlerle vuku bulan ilk temasımızda İngilizler milletimizin kendileri aleyhinde olduğunu ifade ettiler ve bu aleyhtarlığın izalesine çalışmamızı tavsiye ettiler. Buna mukabil verdiğimiz cevapta, milletimiz İngilizlere karşı aleyhtar değildi. Bilakis milletimiz İngiliz kavmini dünyanın en büyük bir milleti, en adil, en medeni, en insani bir milleti telakki eder ve ona hürmet ederdi." Aynı şeyi, Türklerin Amerikan ulusu hakkındaki görüşleri için de söyleyebiliriz. Dünya siyasi tarihinde Amerikan varlığının hissedilmeye başlamasından bugüne, Türklerle Amerikalılar arasında ciddi bir çıkar çatışması olmamış; buna karşılık, uzun dostluk ve ittifak dönemleri yaşanmıştır. Avrupa kavimleriyle neredeyse bin yılı bulan çatışma ve savaşlarımızı dikkate alırsak, Amerikalıların gözümüze birer insanlık ve medeniyet nümunesi gibi gözükmesi son derece tabii olur. Nitekim Türkiye, 1950'lerden itibaren var gücüyle bir "Küçük Amerika" olmaya çalışmamış mıdır?
Problemin kaynağı Türkiye değil!
ABD'nin Türkiye'ye coğrafi uzaklığını da hesaba katarsak, Türk-Amerikan ilişkilerinin çatışmadan ziyade çıkar ortaklığına dayanması daha muhtemel ve mantıklı gözükmektedir. Peki, buna rağmen, niçin Türkiye'de Amerikan yöneticilerinin şikayetçi olacakları tarzda bir Amerikan aleyhtarı rüzgar esmektedir? Mustafa Kemal'in 1920'de, İngiliz aleyhtarlığının sebebini açıklarken söyledikleri, kelimesi kelimesine bugünkü Türk-Amerikan ilişkileri için de geçerlidir: "Mütarekeyi müteakip İngiliz kuvvetleri payitahtımıza girdiler. Yakından milletimizle temas ettikten sonra gösterdikleri tavr ü hareket ve bilhassa Aydın vilayetimizin İngilizlerin nezaretiyle, himayesi tahtında Yunanlılara işgal ettirdiğini milletimiz anladıktan sonra İngilizler hakkındaki nokta-i nazarını tebdil etti. Dedik ki, "filhakika bugün milletimizin bu zan ve telakkisinin yanlış olduğu kanaatinde iseniz, bunu tashih etmek için bir hareket gösteriniz. Yine millet size müteveccih olur." Paşa'nın sözleri gayet açık. Eğer milletimizin İngilizler aleyhindeki görüşünün değişmesi isteniyorsa, öncelikle İngilizlerin Türkler aleyhindeki tavır ve hareketlerinin değişmesi gerekiyor. Bunu yaparlarsa, kendilerini eskisi gibi gene "sevebiliriz". Amerikalılara da bugün farklı bir söz söylendiğini sanmıyorum. Köşe yazarlarımız bize akıl vereceklerine, Amerikalı dostlarına bunları hatırlatsalar ya! Hatırlatsalar ne yazar, diyeceksiniz. Doğru, 1920'de de durum farklı değildi. Mustafa Kemal'in yukarıdaki sözlerine İngilizler nasıl cevap verdiler acaba? "Denildi ki, size mevcudiyet verebiliriz. Yalnız İstanbul'un vaziyeti çok tuhaf tesadüf etmiştir. Boğazlardan sarfınazar edemez misiniz? Adalar denizi sahilinde Yunanlılara bazı imtiyazat ve Fransızlara bazı imtiyazat vermek sizi sarsmaz zannederiz. Ve diğer taraflarda bazı kontrollar yapılırsa bundan size bir zarar gelir mi?" Şimdi, derin bir nefes çekip, şu meşhur 1 Mart Tezkeresi öncesine gidelim. Şayet tezkere geçmiş olsaydı, İskenderun'dan Mardin'e uzanan bir hat üzerinde 60-100 bin arası Amerikan askeri "bazı kontrolları" yapıyor olacaktı. Aralarında bugünkü iktidar mensuplarının bile bulunduğu bazı aklı evveller, "Tezkere geçmiş olsaydı, Amerika ile bu kadar sertleşmezdik!" diyorlar. Oysa, asıl tezkere geçmiş olsaydı, bugün ABD ile çok sert noktalara varmış olurduk. Bugün yüzde 80'lerde seyreden Amerikan antipatisi, o zaman tartışmasız yüzde 100 olurdu. TBMM, yani Türk'ün maşeri vicdanını temsil eden heyet, tıpkı 1920'de olduğu gibi, gerçeği çabuk farketti ve "Amerikalılara bazı imtiyazat vermek sizi sarsmaz" sözlerine papuç bırakmadı. Köşe yazarları kendilerini Amerikalılara sevimli göstermek için devlet ve milletlerini eleştireceklerine, onlara ve medya patronlarına ilk Meclis zabıtlarını okusunlar.
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |