|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Kazım Koyuncu'nun öldüğünü duyduğum zaman irkildim. Ben bu ismi yıllar öncesinden tanıyordum. Tabii bu karşılıklı bir tanışma değildi. O yıllarda ben onu, hemen her gün Anadolu yakasından İkitelli taraflarına giderken arabamda zevkle dinlediğim kasetinden tanıyordum. O yıllarda, onun birkaç arkadaşıyla kurduğu Zugaşi Berepe (Denizin Çocukları) adlı Lazca rock müziği yapan grubun galiba ilk kasetiydi. Va Mişkunan (Bilmiyoruz) adlı bu kaseti çok sevmiştim. Yine arabamda Kardeş Türküleri'nin ilk kasetlerinden biri ile Kürtçe Rock müziği yapan ve o sırada Türkiye'de pek bilinmeyen Civan Haco'nun bu tarzda doldurduğu iki kaset daha vardı. Onları da beğenerek dinliyordum. Etnik müziği oldum olası çok severim, o nedenle bu gruba ve Kazım Koyuncu'ya sempati duydum. Bir kere çok cesur bir denemeydi. O tarihlerde farklı dillerde kaset yapmak bir yana, şarkı söylemek bile bir meseleydi. (Kürtçe kasetlerin hala yasak olduğu bir dönemden sözediyoruz.) Lazca dendi mi bazılarının tüyleri diken diken oluyordu. "Kürtler yetmezmiş gibi Lazlar da mı başımıza dert olacaktı!.." Memleketimizin eşsiz etnik renkleri, farklılıkları böyle değerlendiriliyordu. İşte Kazım Koyuncu daha o yıllarda, bütün bu inkar çabalarına rağmen ülkemizin kuzeydoğusunda yaşayan ve kendilerine Laz diyen, üstelik de Lazcayı günlük hayatlarında konuşan insanlar bulunduğu gerçeğini göstermeye çalıştı. Lazca söyleyen bir rock grubu ve Lazca iki kaset. Laz olduğunu saklamaya gerek görmeyen ve bu kimliği ile gurur duyan cesur bir sanatçı... Üstelik de çağının, dünyasının, ülkesinin ve bölgesinin sorunlarına duyarlı muhalif bir sanatçı. Ölüm haberini duyduktan sonra ilk kaseti vesilesiyle onunla tanıştığım günleri hatırlamaya çalışınca aklıma bunlar geldi. Zaten onun ölüm haberleri de bu kişiliğini yansıtan başlıklarla verilmişti. "Karadeniz'in asi sanatçısı", "Muhalif sanatçı" gibi. Onu anmak amacıyla Açıkhava Tiyatrosu'nda yapılan törende Lazlar, Kürtler, Gürcüler herkes oradaydı ve Kazım'ın kişiliğinde, etnik farkılıklarının, kültürel çeşitliklerin ve kardeşliğin güzelliklerini yansıtan bir tablo oluşturmuşlardı. Trabzon'da 30-40 bin kişinin ve memleketi olan Hopa'da tam 10 bin kişinin toplandığı cenaze törenlerinde konuşmaların bir kısmı Lazca yapılmıştı. Ve o kalabalıklar, Kazım'a gösterdikleri sevgiyle onun izlediği bu etnik çeşitlilik ve kültürel kimliklere sahip çıkma uğraşına hiç de karşı olmadıklarını anlatmış oluyorlardı. Sisteme ve popüler kültüre yönelik eleştirilerini de hiç gizlememişti. Artvin ve Bergama'da siyanürle altın aramalara, Akkuyu'daki nükleer, Gökova'daki termik, Fırtına Vadisi'ndeki hidrolik santrallere ve Samsun-Sarp Sahil Yolu Projesi'ne karşı sesini yükseltenlerden biriydi. Bildiğim kadarıyla bazı anti-militarist etkinliklerde ve NATO'yu protesto eden, Irak'ın işgaline karşı çıkan pek çok konserde şarkılarıyla yer almıştı. Koyuncu bu dünyadan giderken geride başka mesajlar da bıraktı. 33 yaşındayken, doğduğu yöredeki birçok akrabası, arkadaşı ve memleketlisi gibi o da kansere yakalandı. Yörede herkes bu kanser vakalarını Çernobil faciasına bağlıyordu. 25 Nisan 1986'da Ukrayna ve Beyaz Rusya sınırına yakın bir bölgede yeralan Çernobil santrali müthiş patlamalarla radyasyon yaymaya başladığında Kazım Koyuncu 14 yaşındaydı. İlk patlama ve onu takip eden aylarda yüze yakın insan ölmüştü. Rüzgarın radyoaktif bulutları İsveç'e kadar taşıdığı biliniyordu ama, Türkiye'de yetkililer, Çernobil'in hiçbir olumsuz etki yapmadığını iddia ediyorlardı. Kazım o yıllarda devletin gerçekleri gizleme çabalarına rağmen, Karadeniz'deki herkes gibi yıllarca radyasyon solumuştu. Bu arada yetkili kurumların temsilcileri, bakanlar televizyonlarda Karadeniz'de üretildiği söylenen çaylarını içip radyasyonun bölgede hiç etki yapmadığını ispatlamaya çalışıyorlardı. Onlara bakılırsa bölgede son yıllarda artış gösteren sakat çocuk doğumları ve kanserin sorumlusu radyasyon olamazdı. Kazım, bu gelişmelere de ilgisiz kalamamıştı. Ölümünden kısa bir süre önce bir gazeteciye, "Neredeyse her ailede bir kanser vakası var ve bu tesadüf değil" diyordu. "Eğer bu insanlar karşımızda çay içeceklerine erken teşhis için birtakım çalışmalar yapsalardı, sonuç daha farklı olurdu. Şimdi bunlar cinayet değil mi? Buna karşı önlem almamak o çok korktukları terörden daha kötü değil mi?" Kazım böylece giderken bir mesaj daha veriyor ve devletin Çernobil meselesinde halka söylediği yalanların peşine düşülmesi gerektiğini işaret ediyordu. Nitekim oğlu gibi kanser olan babası Cavit Koyuncu, "Çernobil faciasında gerçekleri gizleyip televizyonda çay içenlere dava açacağı"nı söylüyordu. Baba Koyuncu, "Daha nice insanlar ağlayacak. Bölgemizde yine kanserden ölenler olacak. Çocuklar, gençler yaşamalı. Artık yeter, başka Kazımlar ölmesin" derken devletin de bölgede kanser araştırmaları yapmasını istiyordu. Acılı baba, bir de Çernobil faciasında gerçekleri gizleyip televizyonda bacak bacak üstüne atıp çay içenler hakkında dava açmak için iyi bir avukat aradığını söylüyordu. Aradan 19 sene geçmiş olsa da gerçeği ortaya çıkartmak isteyen Cavit Koyuncu'nun çağrısına sanırım cevap verenler olacaktır.
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |