|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Radikal'den Yıldırım Türker bu haftaki yazısını (31 Ekim) şu tespitle toparlıyordu: "Bu toplumun büyüme vakti geldi. Gizlediğimiz yaralar bir bir ortaya çıkacak." "Bu toplumun büyüme vakti geldi." Hatırlarsanız bu tespiti bu köşede ben de sıkça yaparım. Bu toplumun hâlâ bir takım "klişeler" bir takım "müsamereler"le vakit geçirme alışkanlığından sıyrılma vaktinin geldiğini ben de hatırlatırım. Bakın mesela "Malatya olayı"nın medyamızda nasıl seyrettiğine: Ağır şiddete maruz kalan çocuklar uçakla İstanbul'a getirilerek bir süre için bir yuvaya yerleştirildi ya, kimi gazeteler bu temiz ortamda temiz kıyafetler içinde ellerinde birer süt ya da mevye suyu kutusu ile oynayan çocukların fotoğraflarına "Şaşkınlıkları geçti, şimdi sakin ve huzurlular" resimaltını çoktan yerleştirdiler bile. Mesele bu kadar basit yani; aylarca "yenilen" onca dayağın çocukların beden ve psikolojileri üzerinde ne kadar ömürleri olabilir ki? Birkaç temiz giysi, birkaç süt ve meyve kutusu, temiz bir ortam, birkaç oyuncak, oldu bitti, geçti bile... Bedenleri ve ruhları aşırı derecede yaralanmış bu çocuklar hakkında bir gazetenin (BuGün) Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun Malatya'daki malum yuvayı ziyareti dolayısıyla şu başlığı attığına bile şahit olduk: "İşte devlet kucağı"(!) Tesadüf müdür değil midir bilmiyorum doğrusu; Uğur Dündar'ın son Arena'sı da "çocukların gördüğü işkence"ye ayrılmıştı. Hiç değilse gözünüze çarpmıştır sanırım. (Nasıl "çarpmaz"? Benim bildiğim kadarıyla Türk Televizyon Dünyası'nda bir "ilk" olarak, bir program aynı akşam iki kanalda (CNN Türk ve Kanal D) birden yayınlandı!) Dündar da kendi çapında "köle çocuklar kampı"nı ifşa ediyordu. Dündar, fabrikada çalışan çocuklara aylardır kırmızı et yedirilmemesini çocuklara yöneltiği şu ironik soru dolayımıyla kınadı: "Ne dersiniz çocuklar, size kırmızı et servis edilmemesinin nedeni belki de kolestrolünüzün yükselmesini istemediklerindendir?" (!) Zavallı çocuklar... Tamamı Van'ın köylerinden gelmiş çocuklar anlamadıkları bu "ironi"yi de gülümseyerek geçiştirdiler... Dikkat ediyorsanız "Malatya olayı" hepimizin ülkemizde yaygın olan "dayak" meselesini hatırlamamıza da vesile oldu. "Evlerdeki işkence odası"ndan dershane ya da tamirhaneye kadar birçok "hane"de karşımıza çıkan "dayak" bu vesile ile bir kaz daha kınandı. Ama dikkat ettim, Yıldırım Türker'in son yazısı dışında kalan hiçbir "dayak üzerine deneme"de "Kışla dayağı"ndan söz edilmiyordu. Türker işin bu faslını şöyle hatırlatıyordu: "Tatlı sert diye adlandıracağımız, rahmetle andığımız öğretmenlerimizden, 'çok sertti ama ne baba adamdı' diye özlenimi çektiğimiz komutanlarımızdan, sevgide kusur etmediğimiz büyükleremizden az dayak yemedik." Bu köşeye az biraz aşina olanlar bile hatırlayacaktır: Ben her zaman, bu ülkede "dayak"ın sistematik olarak uygulandığı en başta gelen resmi kurum olarak "kışla"ya işaret ettim. Tabii ki bugün de aynı fikirdeyim: "Evler"i dışarıda bırakacak olursak (bırakmak zorundayız çünkü orası Eski Yunan'dan beri "despot"un hüküm sürdüğü özel alandır), bu ülkede dayağın sistematik olarak uygulandığı resmi kurum ne "hapishane" ne "karakol" ne de "çocuk yuvası" ya da "yetiştirme yurdu"dur; bir disiplin aracı olarak dayak en çok "kışla"da atılır. Bu söylediklerimi bir "iftira" olarak değerlendirmiyorsunuzdur umarım. Değerlendirmemeniz lazım, çünkü hepiniz (erkek okurlarıma sesleniyorum tabii ki!) sözünü ettiğim "olgu"nun bizzat mağduru ya da şahiti oldunuz. (Olmadınız mi?) Bu bir "iftira" değil, çünkü son yıllarda Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nden çıkan birçok karar da zaten bunun böyle olduğunu ispatlıyor. Demek ki bu toplumun "büyüme vaktinin" geldiğini söylemek çok yerinde bir tespittir. "Gizlediğimiz yaralar" bir bir ortaya çıkmalıdır. "Dayak" gibi bedenlerden daha çok ruhları yaralayan, orada karma karışık duygulara yol açan, "insan haysiyetini" belki de onarılamaz bir biçimde hırpalayan bir uygulamanın "çocuk yuvaları"yla birlikte "kışla"dan da çıkıp gitmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Şu söyleyeceğime -haddinden fazla abartılı bulsanız da- inanıyorum: Bu ülkenin kışlalarındaki dayak tamamen son bulmadan "büyümemiz" mümkün değildir. Sizi bilmem, ben böyle düşünüyorum.
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |