|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Bu bahiste Abdülkerim Kuşeyrî'nin meşhur Kuşeyrî Risalesi'nden (Haz: Süleyman Uludağ, Dergâh Yay. I. Bs. 1978) nakiller yapmak istiyorum. Bu risale bildiğiniz gibi tasavvuf klasiklerinin en mühimlerinden biri kabul edilir. Kuşeyrî "Tevekkül" bahsinin (sf: 257) başında konu ile ilgili bazı âyetleri zikrediyor. "Kim Allah'a tevekkül ederse O, ona kâfidir" (Talak, 3); "Müminler Allah'a tevekkül etsinler" (İbrahim, 11); "Eğer mümin iseniz Allah'a tevekkül ediniz" (Maide, 23). Süleyman Uludağ bu sayfada verdiği 52 numaralı dipnotta "tevekkül"ün kısa bir izahını yapıyor: "Tevekkül: Sebep ve tedbirde ihmal göstermemek şartıyla sebebi hiç nazara almamak, Allah Taâlâ'ya güvenmek. Tevekkül, işi Rab Taâla'ya havale etmek, işi idare etsin diye onun ilmine ve murakabesine sığınmak, sebep ve tedbiri ilahlaştırmamak, insan iradesine ve tabiat kanunlarına Allah'ın iradesinden daha çok önem ve değer vermemek, kısacası Allah'ı vekil kılmak ve vekile tam olarak itimad etmektir. Sûfiler beşerî iradeye, sebep ve tedbir fikrine ve tabiat kanunlarına fazla önem ve değer vermenin ilahî iradeye ve takdire önem ve değer vermemek mânasına geldiğine kanidirler. Sebep ve tabiat kanununa ne kadar çok önem verilirse, ilahî iradeye o kadar az ehemmiyet verilir. Sebep ile ilahî irade arasında ters orantı vardır". Kuşeyrî şöyle devam ediyor: "Malum olsun ki: Tevekkülün yeri kalptir." Zahirde (tedbir ve sebebe tevessül ile çalışmak) hareketle meşgul olmak kalpteki tevekküle zıt değildir. Kul takdirin Allah Taâlâ cihetinden olduğuna hakikaten ve yakinen kanaat getirmiş olursa, bu durumda istediği bir şeyi elde edemezse "O'nun takdiri budur" diye; elde ederse, "Bu O'nun lütfudur" diye düşünür. Enes b. Malik anlatıyor: "Devesine süvari olan bir adam Resulullah'ın huzuruna geldi ve "Ey Allah Resulü, devemi salıveriyor ve tevekkül ediyorum, ne dersiniz?" dedi. Resulullah: "Hayır! Bağla ve öyle tevekkül et" buyurdu. Serrac şöyle diyor: "Tevekkülün şartı Ebu Türab Nahşebî'nin şu sözüdür: "Bedeni kulluğun içine atmak, kalp ile Rab Taâlâ'ya bağlanmak, Allah kâfidir diye itminan içinde bulunmak, verilirse şürketmek, verilmezse sabretmek". Bu konuda Sehl b. Abdullah şöyle söylemiş: "Kulun kendisini Allah Taâlâ'nın iradesi ile salıvermesi, yani mutlak surette ilahî iradeye teslim olmasıdır". Bence de "teslimiyet" kavramı İslâm'ın da, tevekkülün de esasıdır. Bu ilkeden hareket ederek Yoksulluk İçimizde adlı kitabımın hanım kahramanı Süheyla'nın hidayetini ifade etmek istemiştim. Süheyla incinmiş, kırılmış, kalben yaralı bir halde iken Üsküdar Meydanı'nda duyduğu ezan sesi ile İslâm'a yönelir. Bu yönelişi yadırgayanlar oldu. Bana "hidayet" için daha güçlü sebepler bulmaklığım lazım geldiği ifade edildi. Hatta bu "hidayeti" inandırıcı saymadılar. Oysa "ezan sesi" ile İslâm'ı seçen mühtedi menakıbı çoktur. Tevekkül meselesi zor iş. Akıl ve nefis bu yolda bize engeller çıkarıyor. Hele dinden uzaklaşmanın yaygın hale geldiği, modern ilme iman etmenin moda olduğu sebeplerin ve tedbirin ön plana alındığı günümüzde "teslimiyet"in ve "tevekkül"ün gerçek anlamına varmak ve ona göre davranmak hayli müşkil. Cenab-ı Hakk'ın lütfu ile inşallah cümlemiz bu müşkili aşar ve "Âh teslimiyet" deriz.
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |