|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Bilgilerimi tazelemek için konuya ilişkin gazete haberlerini hızla taramaya çalıştım. Dosyaların pek çoğunu hatırladım. Yüksek Askeri İdare Mahkemesi'nden epeyce karar çıkmış. Mahkeme askerliğini yaparken maruz kaldıkları şiddet yüzünden hayatlarını kaybeden ya da sakat kalanlarla ilgili birçok dosyayı davacılar lehine sonuçlandırıp, tazminat ödenmesine hükmetmiş... Mahkemeden (hem de sonuç olarak askeri bir mahkemeden) çıkan bu adil ve cesur kararlar tabii ki bu alana ilişkin adaletsizliğin ortadan kalkması yönünde umut verici. Ama bu kararlar ölüm ya da ağır sakatlanma ile sonuçlanan "dayak"a ilişkin dosyalara ilişkin. Peki ya ölüm ya da sakat kalmayla sonuçlanmayan "kışla dayağı"? Bunu kim gözetecek, bunu kim karara bağlayacak? Bir önceki yazıma gelen tepkiler tam da beklediğim gibiydi. Çok, gerçekten çok mesaj aldım. Bir okurum (S.U.) "öncelikle her ortamda dayağın normal bir davranış olmadığının kabullenilmesi gerekmektedir" diyordu. Bir diğeri (O.Ç) itirazını "onur sahibi bütün insanların bu konuyla ilgilenmesi lazım" diyerek sürdürüyordu. "Sadece çocuklar değil kışlalar da" diyenler (H.B.), "aynen doğrudur, kışlada atılan dayak insanın ömür boyunca yediği dayağın birkaç mislidir" diyenler (N.Ç.) o kadar çoktu ki... Birkaç mesajda karşıma çıkan "aynen doğrudur" ifadesi de beklediğim bir şeydi. Evet "aynen doğrudur" ve bu kanaate varmak için "Malatya olayı"nda olduğu gibi "gizli kamera"ya filan da ihtiyaç yoktur. Aşikâr bir olgu olduğu için "aynen doğrudur". Bu "dayak" sadece kapalı kapılar ardında, gözlerden uzak yerlerde atılmamaktadır; tam tersine "ortada", milletin gözü önünde atılmaktadır. Bu "dayak"ın ortada, gözler önünde atılması zaten "tabiatı" icabıdır. Görülsün, seyredilsin ve sonuç çıkarılsın diye tabii ki... Bu ülkede askerliğini er olarak yapmış vatandaşlarımıza yönelik bir araştırmada "Siz kışlada dayak yediniz mi, küfür yediniz mi?" sorusunu yöneltseniz, ulaştığınız yüzdeler tabii ki tahmin ettiğiniz gibi çıkacaktır. "Kışla dayağı"nın bu ülkenin "milli ananeleri" arasında olduğunu herkes bilmektedir. Herkes, yani dayağı yiyen erler, yediği dayağın acısını erbaş olunca attığı dayakla çıkaran erler, takım, bölük, tabur komutanları, onların emrindeki astsubaylar, tugay, tümen, kolordu komutanları, ordu ve kuvvet komutanları ve nihayet genelkurmay başkanları, herkes bilmektedir. "Herkes"e askeri hâkimler de dahildir tabii ki. Ama maalesef, herkesin bilmesine rağmen bu haysiset kırıcı söz ve davranışlardan kimse şikayet etmemektedir. Bir demokraside bu suskunluk da kabul edilebilir bir şey değildir. "Kışlada dayak" uygulaması -itiraf edilmese de- muhakkak ki bu ülkenin erkek vatandaşlarını çok yaralamaktadır. Ülkenin erkek vatandaşları birer delikanlı olarak girdikleri kışlaları onurları kırılmış olarak terketmektedirler. Ne türden hatalı bir davranış içinde olurlarsa olsunlar asla karşılaşmamaları gereken bu son derece aşağılayıcı cezalandırma yöntemi onları birer "yaralı kuş" haline sokmaktadır. Ayrıca, sivil hayatlarında hiç mi hiç tahammül edemeyecekleri bu muamelenin psikolojilerinde açtığı yaraların askerlik bitimiyle son bulacağını düşünmek de çok yanlıştır. Hiç şüpheniz olmasın ki, hazırolda maruz kaldıkları bu muamelenin acısı bir biçimde mutlaka çıkarılacaktır. Aslında erkek vatandaşlarımızın devletin bu en onur kırıcı uygulamasıyla karşılaşıp bunu içselleştirmelerinden sonra kendilerine gelmeleri hiç de kolay değildir. O halde: Farklı tarzıyla dikkat çeken Genelkurmay Başkanı'nın görev süresi bitmeden bu konuyla farklı bir biçimde ilgilenmesini dileriz. "Cumhuriyet" adı verilen yönetim biçiminin yediği dayak ve küfürleri içlerine atmak zorunda kalan vatandaşlarla güçlenemeyeceğini o da kabul ediyordur sanıyorum. Unutmayalım, konumuz TSK'nın şu ya da bu yönüne ilişkin bugüne kadar alıştığımız-bildik eleştirilerden birisi değil; konumuz sadece "asker ocağı"nda dayak ve küfürün kesinlikle son bulması. Hadi oldu olacak şunu da ekleyeyim: Bu yöndeki bir reformu "AB için" filan değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin bugüne kadar askerlik görevini yapmış ve de yapacak olan vatandaşlarının sırasıyla haysiyetlerinin iadesi ve bundan sonra kırılmaması için istiyor ve bekliyoruz. Bir okur mektubunda şöyle bir cümle var: "...orta parmağıyla beni çağıran işaretini gördüm, yanına gittiğimde bana tek bir soru dahi sormadan..." Ne dersiniz, bu sözler size bir şey hatırlatıyor mu?
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |