T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Fatma Karabıyık BARBAROSOĞLU

Saçlarım yoktu/Hiç karşılanmadım

Anadolu'nun dört bir yanından öğrencileri için benden kitap isteyen gönlü zengin köy öğretmenlerine ithaf ediyorum...Lütfen kabul ediniz.

Kendimi ilk hatırlayışım Şenlikköy'de cam güzellerine güneşin vurmuş olduğu bir an. Balkon. Caddeye bakıyor. Bir rüya anı gibi hatırlıyorum o sahneyi. Neden hatırlıyorum bilmiyorum. Bu hatırlayış benim her hikaye kitabımın ilk hikayesi oluyor daima. Çocukluk, zebercet yüklü bir kuyu. Kovayı her sallayışımızda ganimetimiz mükemmel. Geçmişi parlata cilalaya hatırlıyoruz çünkü.

İlk çocukluğum annemden, babamdan ve ağabeyimden ayrı geçmiş bir çocukluktur. Belki onun için Florya'yı sevmem. Florya benim için gurbetin adıdır. Yalnızlığımdır. Mahallenin tek kız çocuğu olmanın ve dolayısıyla arkadaşsız bir geçmişin adıdır. Florya-Şenlikköy.

İlkokula Şenlikköy İlkokulu'nda başladım. Acı bir başlayıştır. Okulun ilk günü kulağı çekilmiş bir kız öğrenci olmanın trajedisini muhafaza eder. Okul hayatım hep acılıdır onun için. Ama yaşarken bu kadar acı olduğunu fark etmiyor insan. O acılığı tuhaf bir şekilde, Türkiye Yazarlar Birliği'nden ödül aldığım için hayat hikayemi yazmam istendiğinde hatırladım. Kendime unutturduğum geçmiş, niye o zaman çıkıp geldi. Belki de çocukluğuma nesnel bakacak kadar büyüdüğüm için.

İlkokul ikinci sınıfa Beşyol Baraka İlkokulu'nda devam ettim. Beşinci sınıfa kadar. Bir öğrenci olarak yokluğu bilirim. Tepemize dökülen yağmuru, sınıfın soba nöbetçisi olmayı bilirim. Odun bittiğinde evden odun getirmeyi bilirim.

İlk eylemimi ilkokulda yaptım. İlk ve son eylemim. Bir daha hiçbir eyleme katılamayışım bundan mıdır bilmiyorum. Okulumuz Londra asfaltının kenarındaydı. Sıra arkadaşım Sait'in kardeşine araba çarptı. İlk eylemimiz 'Okula giderken ölmek istemiyorum şoför amcaydı.'

Sait'in babası çöpçüydü. Şimdi şık bir ismi var. Temizlik elemanı. Öğretmenimiz sosyalist idi. Ermeni asıllı bir sosyalist olduğunu şimdi geçmişe dönerek küçük teferruatları birleştirerek hatırlıyorum. İdealist bir genç kızdı. Empati kurma yeteneğimi, Allah vergisi bir nimetin yanısıra onun geliştirdiği eğitime borçluyum. Sait'i dışlamak ne kelime, sanki bütün temizliğimizi onun babasının emeğine borçluymuşuz gibi, onu el üstünde tutardık. Babasını gördüğümüz zaman selam verirdik.

Sınıfımızda müteahhit çocukları, öğretmen çocukları, kaymakam çocukları vardı. Ama en kıymetlimiz Sait idi. Bu bilinci içimize yerleştiren öğretmenimizdi çünkü.

Öğretmenimin adı Anet Kaya idi. Hürriyetimize kanat takan. 10 Kasım'da bir öğretmen beyaz yakasını çıkarmayı unuttuğu için bir öğrenciyi sille tokat dövüyordu. Öğretmenimiz dal gibi bir genç kız. Dayak atan öğretmen erkek. Tuttu elini. Kariyeri pahasına o çocuğu dövdürmedi. Haksızlığı asla sineye çekmeyişimin resmi sanki bu sahneden başlar. Adalet duygusunu kimden öğrendin derseniz cevabım, o zamanlar 18 yaşında olan öğretmenime bakar.

İlkokuldayken son iki dersimiz değerlendirme dersiydi. Bir saatinde konuşurduk. İkinci saatte kitap okurduk. Sınıfa kitap okuyan üç kız idik. Sıra ile okurduk. Batı klasikleri bu değerlendirme derslerinde her gün kırk sayfa kırk sayfa okunarak bitmiştir.

Öteki sınıfların öğretmenleri, sınıf başkanına sınıfı emanet eder, öğretmenler odasına örgü örmeye giderdi. Erkek hocalar da ping- pong oynamaya. Biz değerlendirme derslerini iple çekerdik.

Bende derin izi olan kitap Tom Amca'nın Kulübe'sidir. Yazarının kadın olduğunu yıllar sonra öğrendim. Ne çok ağlamışımdır o kitabı okurken. Yemek yerken çıkıp gelirdi soframıza Amerika'nın köleleri. İştahsız bir çocuk olarak büyümemin sebebi, kölelerle sofraya oturuşumdu belki.

Mezun olurken iki bin yılında buluşalım diye ayrıldık. Hangi saat ve hangi gün diye konuşmuş muyduk? Ben gittim. Sözümde durdum. Okul müdürünü görmek isterdim. Ben bu okulda okudum. Kitaplar yazdım demek isterdim.

Bütün başarılar saçlarındı.
Benim saçlarım yoktu.
Onun için hiç karşılanmadım.

1996 yılında da Afyon Lisesi'ne gitmiştim. İlk öykü kitabını çıkaran taze yazar heyecanıyla. Okul duvarında Afyon Lisesi'ni bitiren ünlülerin resimleri vardı. Duvarlara resimlerimin asılmayacağını biliyordum elbet. Bir pop yıldızı kadar kıymetli olamayacağımı da. Ama öğretmenler odasına alınacağımı, bir çay ikram edileceğini, en azında edebiyat dersime hangi hocaların girdiğine dair bir sohbete dalınacağını zannediyordum. Okulun dış kapısından içeri bile giremedim. Yol yorgunuydum. İstanbul'un yorgunluğunu Afyon Lisesi'nin eşiğinden içeri sokamadım.

Niye yazdım bu satırları. Bir hafta arayla Anadolu'daki İlköğretim okullarındaki öğretmenlerden ilkokula dair birkaç sahne yazmamı isteyen iletiler aldım. Baktım arkası gelecek. En iyisi burada yazmak diye düşündüm. Beni affeder misiniz?


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi