T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mehmet ŞEKER

Yine de şahlanıyor kolbaşının kır atı

Yazıklar olsun bana! 12 Eylül'ün kudretli Paşası Org. Kenan Evren televizyon programına katılıyor da haberim bile olmuyor!

Kendime ne kadar kızdım bilemezsiniz.

Oturdum kalktım, teessüf ettim.

Kendime ettiğim teessüflerin bir türlü sonu gelmedi.

Kızgınlığım hâlâ geçmiş sayılmaz.

"İnsanın önündeki en büyük engel kendisidir" mealinde bir söz söyleyen adam ne güzel laf etmiş.

Türküler âleminde ise bu düşünce şu şekilde yerini bulmuştur:

"Kendim ettim, kendim buldum."

Sonrasında uzunca "eyvah"lar vardır; hatırlayacaksınız.

* * *

Öyle her çağrıldığı programa giden, gün aşırı televizyona çıkan, zırt pırt röportaj veren biri değil ki Kenan Paşa.

Kırk yılda bir çıkıyor.

Onu da kaçırdın mı bir daha bekle ki göresin. Aksilik işte. O akşam maçı seyrettikten sonra televizyonu kapatmış, elime bir kitap almıştım. A be kardeşim, kitap dediğin elinin altında duruyor; yarın da okusan olur.

Televizyon programı öyle mi?

Şimdi sırf ben kaçırdım diye tekrar edecek halleri de yok elbette.

* * *

Evren Paşa, Muğla Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi'nde, Kanal D'de yayınlanan "Abbas Güçlü ile Genç Bakış" programına katılmış.

Haberi Milliyet'ten öğrendik.

12 Eylül darbesinden dolayı hiç pişmanlık duymadığını, aynı şartlar bugün olsa yine aynı şekilde davranıp darbe yapacağını söylemiş.

Aman efendim, ona ne şüphe!

Kim aksini düşünebilir?

Yapmazdım deseydi vallahi şaşardım.

* * *

O tarihlerde dünyaya gelenler bugün 26 yaşında.

İlkokulda olanlar, şairin hesabıyla yolun yarısına gelmiş bulunsalar bile, şayet merak edip okumadılarsa o dönemde neler yaşandığından habersizdirler.

Kısa başlıklar halinde özet geçelim o halde.

* * *

- O zamanlar terörün adı anarşi idi.

- Sağ ve sol olarak millet ikiye bölünmüştü.

- Bilhassa gençler, her gün birbirini vurmakla meşguldü.

- Ülke bir eşikte bulunuyordu ve o eşiğin bir adım ötesi iç savaştı.

- Günde on kişinin öldürülmesi sıradan hale gelmişti.

- Okullarda boykotlar, fabrikalarda grevler almış başını gidiyordu.

- Birinin elindeki gazeteden sağcı mı solcu mu olduğuna hükmedilebilirdi ve kurşunlanması yahut en azından dayak atılması için yeterli şart olarak kabul edilirdi o elde bulunan gazete.

- Aynı şekilde bıyıkların şekli de bir kimlik göstergesi sayılırdı.

- Mahalleler bölünmüş, sokaklar ayrılmıştı.

- Kim nereye bomba atarsa atsın, kim kimi kurşunlarsa kurşunlasın, herkes memleketi kurtarmak adına yapıyordu her şeyi.

- Yol kesilir, kimlik sorulur, insanlar sorguya çekilirdi.

- Polisler de ikiye ayrılmıştı, öğretmenler de, işçiler de.

- Sokaklarda duvarlar yazılarla, afişlerle doluydu.

- Mitingler kanlı geçerdi.

- En hafif eylem bildiri dağıtmak, yazıya çıkmaktı.

- Bir gün Kahramanmaraş karışırdı, bir başka gün Çorum.

- Bir şehrin karışması demek, yüzlerce cenaze demekti.

- Hava durumu gibi sunulurdu ölüm haberleri.

- İnsanlar her sabah evden çıkarken hane halkıyla helalleşirdi.

- Meclis de aynı şekilde harman yeri gibiydi.

- Ne Cumhurbaşkanı seçmek mümkündü, ne Meclis Başkanı.

- Milletvekilleri patates gibi alınır, satılır ve böylece hükümetler düşürülür, yenisi kurulabilirdi.

- Memurlar sürgünden sürgüne gönderilirdi; üç ay içinde beş yere sürülenler vardı.

- Bir taraf "Ülkücüydü, güçlüydü", "Kanımız aksa da zafer İslam'ın" diyordu; öbür tarafa göreyse "Tek yol devrim" idi.

* * *

Derken 12 Eylül 1980 sabahı tank sesiyle uyandık. Radyoda ve televizyonda Orgeneral Kenan Evren konuşuyordu.

Ordu, yönetime el koymuştu.

Konuşma bitince Hasan Mutlucan "Yine de şahlanıyor aman kolbaşının kır atı" diyordu. Bir gün öncesine kadar kan gövdeyi götürürken, o saat bütün olaylar zınk diye durmuştu. Kimse zınk sesini duymadı belki ama bütün "anarşik olayların" durduğunu fark etti herkes.

Sağcısı solcusu tutuklandı, hapse tıkıldı.

Siyasi partiler kapatıldı, yöneticileri cezaevine konuldu, hepsine siyaset yasağı getirildi.

Kenan Paşa devlet başkanı oldu.

Ardından yeni bir anayasa hazırlandı, halkın oyuna sunuldu. Yeni anayasayla beraber Evren'in Cumhurbaşkanı olması da yüzde 92 ile onaylandı.

* * *

Halkın bu kadar yüksek oranda oy vermesi, kardeş kavgasının son bulmasını istemesi olarak değerlendirildi.

Kim ister iç savaşı?

Parçalanmanın, bölünmenin, anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmenin (bu devrimin tanımı oluyor kitaba göre), parlamenter sistemi çökertmenin eşiğinden döndük.

Döndük ama sonra neler oldu?

Darbe öncesi yaşanan acılar, darbe sonrasında yerini başka türlü acılara bıraktı. Bir süre sonra eski siyasiler yine görev başı yaptı. Engin Ardıç'ın dediği gibi, darbeciler yasakladıkları siyasetçileri korudu, ötekiler berikilere övgüler yağdırdı.

Ve yeryüzü tarihinde, kanuna göre suç olduğu halde silah zoruyla anayasal düzeni değiştiren, hükümeti yıkan darbecileri yargılamayan tek ülke olarak yerimizi aldık.

Bu şeref bize yüz yıl yeter.

Ötesini bilemem.

Şimdi siz söyleyin, o darbeyle ilgili yorumları Evren'in kendi ağzından canlı dinlemek çok daha iyi olmaz mıydı?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi