T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Geçiniz oksidentalizmi

Radikal'de Ayşe Hür imzalı bir oksidentalizm eleştirisi yazısı yayımlandı. Oksidentalizm, tıpkı oryantalizm gibi bir hastalıktır; "zihinsel felç hâli".

Oryantalizm (şarkiyatçılık), Batılıların gerçekte varolmayan ama icat ettikleri bir "Doğu" tasavvurudur. Oysa "doğu" diye bir "şey" yoktur; bu da bir Batı icadıdır. Batı-dışındaki toplumlar ve kültürler, kendilerini coğrafya terimleriyle tarif etmezler; Batılıların marifetidir bu.

Oryantalizm, Batılıların hayâlî bir öteki (hayâlet) icat etme kaygılarının ve korkularının ürünüdür: Böylelikle iyi ve pozitif şeyler Batı'yla; kötü ve negatif şeylerse "Doğu"'yla, özellikle de İslâm'la özdeşleştirilmiş olsun; dolayısıyla Batılılar, icat ettikleri bu öteki üzerinden hem kendi kimliklerini yeniden üretsinler, meşrûlaştırsınlar ve tahkim etsinler; hem de İslâm'ı, İslâm dünyasını kontrol ve kolonize edecek bir zemin oluşturulmuş; Müslüman toplumlarda bir özgüven kaybı, bir aşağılık duygusu yaygınlaştırılmış olsun.

Pek çok bakımdan büyük bilimsel katkılar da sunmasına rağmen oryantalizm, Batı-dışındaki toplumları, önce zihinsel olarak, ardından da fiziksel (siyasî, ekonomik, kültürel) olarak kontrol ve kolonize etme çabasıydı. Bugün artık bu süreç büyük ölçüde başarıya ulaşmış durumda.

Oryantalizme karşı bir oksidentalizm (garbiyatçılık) projesini, Müslümanlığını ciddiye alan Müslümanlar geliştiremezler. Müslümanlar, yalan söyleyemezler çünkü: Hayâlî düşmanlar icat edemezler; haksız yere başkalarının hakkına ve hukukuna tecavüz edemezler. Hayaletlerle uğraşamazlar; hakîkatlerle uğraşılar. Dikkat ediniz: Müslümanlığın nasıl kuşatıcı ve kucaklayıcı bir dünya tasavvuru önerdiğini bilen ve idrak eden; iman etmenin, mümin olmanın, bütün varlıkların emanetini yüklenmeyi, emniyetini teminat altına almayı bir yükümlülük olarak kendisine yüklediğini bilen emin bir kişiden bahsediyoruz. Ancak burada Türkiye'deki entelijansiyanın (kendisi de, başkası da, hakikatte hakikat de var/olamadığı için) kolay kolay fark edemeyeceği enterasan bir nokta var: Oksidentalizm, imkânsız bir şeydir. İmkânsızdır; çünkü böyle bir söylemi üretebilmek için, Özne olmak gerekir. Burada elbette ki, Kartezyen anlamda bir Özne'den sözediyorum: Kendisini hayatın merkezine, tanrısal konuma yerleştiren bir aktör'den.

Oysa insan, hayatın merkezine, tanrısal konuma yerleştirilemeyecek kadar zaafları da olan bir varlık olduğu için ve daha da önemlisi, bir mümin için hayatın ve her şeyin merkezinde Allah olduğu için, Müslümanlığını tahkîkî bir Müslümanlık katına yükseltebilmiş müminler aslâ kendilerini merkeze yerleştirme, diğerlerini ötekileştirme / hayaletleştirme çocuksuluğuna soyunamazlar: Çünkü böylesi bir yer ve konum, ancak ontolojik güvensizlik duygusu (varlıklar âleminde köklü ve travmatik bir yön ve manâ yitimi) yaşayan insancıkların çatışarak ve kapışarak varolma, yalnızca insanlar üzerinde değil, her şey ve her yer üzerinde hâkimiyet kurma mücadelesi ve kavgası verebilecekleri bir yer ve konumdur. Müslümanların bir oksidentalizm söylemi geliştirmelerini imkânsız kılan bir başka tarihsel ve kültürel bağlam daha var; bu bağlamı göz ardı ettiğimiz zaman, biz ne kadar oksidentalizm geliştirmeye veya ne kadar oksidentalizm eleştirisi yapmaya çalışırsak çalışalım, hep "oryantalizm oynarız".

Peki, nedir bu tarihsel-kültürel bağlam? Şu: Şu ân biz, kendimiz olarak varolmuyoruz; başkalarının (Batılıların) yaptıkları bir tarihin içinde oraya buraya sürükleniyoruz: Araftayız; kendimiz/de değiliz. Kendi(mizde) olmak ne demek, onu bile bilmiyoruz. Kısacası şu: Biz Bat-dışı dünyanın çocukları için, dün öyleydi, bugün böyle. İyi de neden? Ne öyle'nin ne olduğunu, ne de böyle'nin ne olduğunu bilebilecek durumdayız. Oysa bugün'ü içeriklendiren zamanın ruhunu oluşturan seküler Batı kültürünün bugün denen şeye tümüyle nüfûz ettiğini, bizim bugünümüzü de içeriklendirdiğini fark edemediğimiz, kısacası Batı kültürünü, -Batılıların yaptıkları gibi- anlam yüklemesi yapma, çarpıtma, hayâletler üretme çocuksuluğuna soyunmadan, öncelikle Batılı kültürel kavramlar ve bağlamlar ışığında bir arkeoloji yaparak deşifre edemediğimiz sürece dün'le bugün arasındaki ilişkisizliği, epistemolojik ve ontolojik kopuşu kavrayabilmemiz çok zor.

Oysa Batının çocukları için, dün nasılsa bugün de öyle'ce sürüp gidiyor. Peki, neden?

Bu sorunun cevabını ve Ayşe Hür'ün ürettiği -özür dilerim ama- kakafonik oryantalist söylemi Salı günkü yazıda masaya yatıralım.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi