T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 MART 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Söyle bakalım, sen "ne kadar" insansın?

Bazı dikkatli okurlar, "Hz. İnsan" ile "Hazret-i İnsan" terimlerini birbirinden farklı olarak kullandığıma işaret etmek suretiyle aradaki anlam/vurgu farkının açıklanmasını taleb ediyorlar.

Bir gazete yazısının sınırları içerisinde kalmak zorunda olduğumdan, okurların isteğine yine bu sınırlar dahilinde cevap verebilirim. Bu bakımdan öncelik verdiğim birkaç noktanın altını çizmekte yarar görüyorum. ("Bir noktanın altını çizmek"le, bu bağlamda, bir daireye/bir bütüne sadece bir tek noktadan teğet geçmeyi kastediyorum.)

1. 'Hazret' (çoğ. 'hazerât') sözcüğünü, 'mertebe' ve/veya 'makam' mânâsında kullandığım için, "hazret-i insan" terkibi, bir isim tamlaması olarak anlaşılmalı; yani "insan mertebesi" (insan'ın mertebesi=insanlık)...

2. İnsan'ın mertebesinden her söz edilişinde, bu mertebenin dışında başka mertebelerin mevcudiyeti de dikkate alınmalıdır. Meselâ madenler, bitkiler, hayvanlar (eski tabirle: cemadât, nebatât, hayvanât)... İlim-irfan geleneğimizde sıklıkla kullanılan "nefs-i nebatî, nefs-i hayvanî, nefs-i insanî" terimleri, içiçe geçmiş daireler halinde yerkürede varolanların müteselsil evre(n)lerini işaretliyordu. Nitekim nefs-i insanî'nin, ancak hazret-i insan'da (insanlık mertebesinde) tahakkuk edebileceği kabul ediliyor; nefs'in mertebeleri, en nihayet madde'yle/tabiat'la karışmış mizaclardan teşekkül ettiğinden nefs'in bilgisi Fizik'te (İlm-i Tabiî'de) öğretilirken, buna mukabil akl'ın/ruh'un bilgisi sadece Metafizik'te (İlm-i İlahî'de) ele alınıyordu. Klasik Fizik çeşitli dallara ayrılır ve meselâ İlm-i Nebatât (Botanik) bitki türlerini, İlm-i Hayvanât (Zooloji) hayvan türlerini incelerken, İlm'un-Nefs (Psikoloji) ise insan'da en yüksek evresine çıkan (kemâline eren) nefsi kendisine konu edinir, işbu nefis, bitkilerin ve hayvanların nefislerini de kapsadığından insan'ın nefsini bilmek, âlemi bilmekle eş tutulurdu.

3. Kişinin nefsini/kendini bilmesi, "haddini bilmesi" demekti. Nitekim haddini bilen, hangi mertebeye ait olduğunu bildiği gibi, ait olduğu mertebenin niteliklerini de bilirdi. İlm'un-Nefs ile İlm-i Ahlâk'ı birleştiren nokta da burasıydı. Aradaki fark, İlm'un-Nefs, teorik bilimlerden (hikmet-i nazariye) Fizik'in bir dalı olarak kabul edilirken, İlm-i Ahlâk'ın pratik bilimler (hikmet-i ameliye) arasında yer almasıydı; zira ilki nazarî, ikincisi amelî idi. Kısacası insan nefsinin zâtını/kendisini İlm'un-Nefs, a'raz ve ahvâlini (hâl ve sıfatlarını) ise İlm-i Ahlâk incelemekteydi.

4. İnsan mertebesinde doğan her ferd, bilfiil değil, ancak bilkuvve insan olarak doğar. Mertebesinin hakkını vermediği takdirde, insanlık mertebesinden düşer. Bu nedenledir ki insan, ancak kendisine emek verdikçe, kendisine özendikçe insanlaşır/insanlaşabilir. Hiçbir bitki bitkileşmez, hiçbir hayvan hayvanlaşmaz; lâkin insan insanlaşır; zira ancak insan, kendi mertebesine ait yetileri ve yetenekleri (kabiliyetleri) gerçekleştirdikçe, geliştirdikçe 'insan' olur. Dolayısıyla insanlık 'olan/olunan' bir şeydir. Kişinin insan olması, mertebesine özgü vasıfları temsil edecek hâle gelmesi, kendi dairesini tamamlaması, yani kemâle ermesi demektir. Nitekim güzel Türkçemizde kullanılan "adam olmak" deyişi de buradan gelir. "Adam olmak", âdem olmak, yani insanlığın hakkını vermek demektir. Sözün özü, hiçbir varlık kendi mertebesinden dışarı çıkamaz ama insan insanlığından çıkabilir.

5. Bu mülâhazalara istinaden "Hz. İnsan" ifadesini, insanlık mertebesine karşılık olmak üzere değil, bilâkis bu mertebenin hakkını vermiş olan örnek kişi (bu mertebenin numûne-i imtisali) anlamında kullandığımı söyleyebilirim. (İlim-irfan geleneğimizde bilinen yaygın karşılığı İnsan-ı Kâmil'dir.)

Bir tek Efendimiz'e (s.a) ve sadece âsâr-ı güzîdelerinden zât-ı pak-ı Muhammedî'nin kokusunu duyduğum zevâta işaretle kullanmaya cür'et edebildiğim bu tanıma, şahsen, yazılı bir metinde rastlayamadım; ne yazık ki rastlayana da tesadüf edemedim. Temellendirmeye çalıştığım şekliyle bu terkibi ilk kez, küçük bir çocukken -melâmet neşveleri arasında- merhum babamdan işitmiştim. İtiraf etmeliyim ki sürekli işitip durmuş, lâkin bir türlü anlayamamıştım.

Son zamanlarda sadece 'hat' suretinde bazı kitabet örnekleri görüyor ve Hz. İnsan'ın değil hakikatine, gölgesine bile rastlayabildiğim için, neden saklayayım, için için seviniyorum; kaderimce/kadarımca sevinebiliyorum.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi