T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 MART 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Mevlânâ'dan Batı'ya sesleniş

Nasreddin Hoca'nın kaybolmuş eşeğini türkü çağırarak araması üzerine, herkes bilir, sormuşlar: -Niçin üzüntülü, kaygılı değil de neş'elisin? Kaybolan şey türkü çağırarak mı aranır? Şu cevabı vermiş: -Benim de son ümîdim şu dağın ardında kaldı, orada da bulamazsam o zaman görün bendeki feryâdı! -Ben de hiç değilse bir yirmi yıldan beri, ülkemizde bir türlü elde edemediğimiz Hukuk Devleti bilincini, Avrupa ile işbirliği sayesinde elde edebiliriz ümîdi ile, Avrupa Birliği üyesi olmamızı istedim, birlik türküleri çağırdım, fakat "bir dost bulamadım, gün akşam oldu!. Üstelik ben Avrupa Birliği'ne girmeyi "serbest dolaşım hakkı kazanırım da, ekmek nerede ise vatan orasıdır düsturu ile Avrupa'da bir dolanırım" düşüncesi ile değil, sadece oranın Adalet'e susayanları ile dert ve hedef ortağı olmak için istiyordum. Avrupa'yı İsa Mesih'e bağlı olanların çoğunlukta olduğu bir kıt'a olarak görebilme ümidi ile, üstelik 1979'da Hamburg'da bulunduğum sırada: "Üç beş adım ötemdeki dünyâ bir aldanış! / İsâ Mesîh'e bağlı olan kimse kalmamış!" dedikten sonra, yine aşka gelmeyi başarmıştım. Heyhât! Yazık oldu Avrupa'ya! Şimdi bu sözüm üzerine "Tilki uzanamadığı üzüme: Pis! dermiş" diyecekler olabilir. Oysa benim özlediğim üzümün a'lâsı esasen benim bağımda vardı, ben sadece ortak bir "üzümcüler kooperatifi" kurmak istiyordum. Ne yazık ki bu uzak görüşlülüğü karşılıklı gösteremediğimiz için, Frenk üzümü, Hazret-i İsa'nın üzümüne değil zehir-zakkum acılığında yabanî üzümlere baka baka bozuldu ve Avrupa "Üçüncü bin yıl"a böyle başladı. Ardından, Blair'in Cellat yamaklığına da engel olamadı. "Blair'in de bulunduğu Avrupa'nın ne zevki var?" derken, şimdi de yine Nasreddin Hoca'nın komşuları gibi, malihulya'nın bile kokusunu alıp üstelik malihulyayı bile yasaklamaya çalışan komşulara dönüştüler. Yaman arvat, / yaman komşu, / yaman at / Birin boşla! / Birinden göç! / Birin sat! demişler, gel gör ki nasıl ve nereye göçelim? Hoca'nın komşusu, Hoca evinde "bir tas çorba olaydı da içeydim!" diye düşünürken kızını tasla gönderip çorba istemişti. Bizim komşumuz "En büyük Polat, başka büyük yok! Amerikalılardan nasıl da öcümüzü aldı!" diye hayal kurarken, bizim hayal çorbamızdan istemiyor, "bumbar, kokoreç, Polat-malihulya çorbası gibi yemeklerle aslâ Avrupa'ya giremezsiniz!" diyor! Eyvallah çorbacı! Öyle görünüyor ki "nişan yüzüğü kardeşliğimiz" sonuçlanmayacak! (Alnına koyarken veda' bûsemi / Hani ey gözyaşım akmayacaktın?)

Fakat, acaba yüzük kardeşimizi mi yanlış seçtik? İsa Mesih "Kimse iki Rabb'e kulluk edemez, ya Allah, ya Mammon!" demişti. Avrupa Hristiyan siyasetçileri de bize Mammon Tolkien yüzüklü değil, İsa'ya inanç simgesi yüzüğünü taşıyan ellerini, özellikle 2001 yılında uzatmışlardı. Buna inandım. Şimdi görüyoruz ki "Madem ki iki tanrıya kulluk edilemezmiş, şu halde elbette Mammon!" sloganı Batı'da hakim oluyor. Şu halde biz de Mevlânâ dilinden -Kayser'e değil- sadece Kilise'ye hitap edelim: Biyâ! Ta kadr-i yek-dîger be-dânîm!.. (Gel, biribirimizin kadrini bilelim! Yoksa, ansızın biribirimizden yoksun kalacağız../ İçten pazarlıklar, bencil hesaplar dostluğu bulandırır/ Bunları niçin gönlümüzden kovmayız? Ben ölmedikçe beni sevmeyeceksin anlaşılan! Niçin böyle sadece ölmüş olanları seversin? Niçin benim can düşmanımsın?../ Öyle say ki ölmüşüm benimle şimdi barış!/ Çünkü biz Allah'a teslîm olmuşuz, ölmeden önce ölün! emrine uymuşuz/ Kabrimi öpmeyi düşünüyorsun, böyle yapacağına; şimdi, sağlığımda yüzümden öp!

Yine heyhât! Aramızda Mevlânâ'nın bu çağrısını imzalamayacak, karşımızda da bu çağrıya aldırmayacak olanlar da var, hem de çok!

Fakat, Kayser'den ümîdi kesmiş olsam bile, Kilise'den kesmiyorum. Son ümîdim bu dağın arkasında kaldı. Öyle ümîd ediyorum ki Kehf Suresi'nde Hızır'ın Musa'ya (A.S) gösterdiği rümûzdan olan "sur = duvar altındaki iki yetimin hazinesi"; yetim kalan İsa çağrısı ile, yine yetim kalan İslâm çağrısının ortak evrensel değerleridir ve iki yetim ümmet; ortak değerler Hazinesi'nin bilincine erişince, "reşîd" olunca, İstanbul'da = Mecma'ul- Bahreyn'de bu hazîne ortaya çıkacaktır. İşte "dialog"dan amacımız budur. Yoksa "Mammon" ehli ile dialog kendimizi aldatmak demek olur. Mammon (Tâgut) ile dialog olmaz. Zahirde Musevî olanlar arasında Mammon'u Rabb'i bilenler daha da çok! Fakat Noam Chomsky gibi olanlara da yine Mevlânâ dilinden sesleniyoruz: "-Canım, Fir'avun'dan ve zulmünden melûl oldu. Musa'nın yüzündeki nûru istiyoruz, özlüyoruz!.."

Akıbet muttakıylerindir ve takvâ: üstün îman, sevgi ve sevginin ümîdidir.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi