T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 5 MART 2006 PAZAR | ||
|
Bu saçma saldırı bir kez daha gösterdi ki, ittifak şöyle dursun, medeniyetler arası diyalog bile son derece zor bir iştir. Batılı insanların çoğu, medeniyeti tekil olarak algılıyor. Yani dünyada bir tek medeniyet var, o da Greko-Romen veya Yahudi-Hristiyan Batı medeniyetidir
Karikatür krizi, 19. yüzyılın düşünce kalıplarından bir türlü kurtulamayan Batı insanının medeniyet krizidir. Bu saçma saldırı bir kez daha gösterdi ki, ittifak şöyle dursun, medeniyetler arası diyalog bile son derece zor bir iştir. Batılı insanların çoğu, medeniyeti tekil olarak algılıyor. Yani dünyada bir tek medeniyet var, o da Greko-Romen veya Yahudi-Hristiyan Batı medeniyetidir. Diğer medeniyetler, bunlar için 'medeniyet' kavramını kullanmak caiz olsa bile, en azından taşlaşmışlardır. Çin'den Afrika'ya, Türkiye'den Latin Amerika'ya kadar, dünya nüfusunun beşte dördü, medenileşmek için Batı standartlarını her alanda kabul etmek zorundadır! Bu durumda diyalog ya madden zayıf tarafın arzusuna dönüşüyor, yahut sevimsiz bir jeopolitik oyun hâlini alıyor. ANLAYIŞ dergisinde birkaç aydır bu konuları işliyoruz. Medeniyet kavramına açıklık kazandırmamız çok önemli, çünkü medeniyet geçmişte olup bitmiş şeyler kadar, gelecekte olmasını arzu ettiklerimize göre değer ve anlam kazanır. Yani kültürel içerikli, fakat siyasal hedeflidir. Modern çağların en radikal düşünürü saydığım Jan Jak Ruso, "Her şey baştan sona siyasete bağlıdır," diyordu; "toplum dünyanın her yerinde, hükümetlerin yoğurduğu nesnedir." İnsanoğlu doğası gereği kötü değildi; kötülük üreten yönetimler onu bu perişan hâle getiriyordu. En kötü yönetimse, en medenî olandı! (Batı dünyası Ruso'nun toplumsal sözleşme ve genel irâdeye dair fikirlerini putlaştırsa da, bu yanını pek görmeye yanaşmaz. Medenîler, rahatsız edilmekten hazzetmezler!) Ruso'nun tam göbeğinde yaşadığı Aydınlanma, bir te-rakki felsefesiydi. Bu fesefeye göre, insanoğlu bilgi ve ahlâk bakımından her geçen gün ilerliyordu. Yakın bir gelecekte, insanlığın çözülmemiş hiçbir sorunu kalmayacağı gibi, erdemsizlik de son bulacaktı. Ruso ise tam aksine 'barbarca' bir altın çağın meziyetlerinden dem vuru-yordu. İnsanlık, putperest bir bilgi şehveti yüzünden, bu altın çağdan aşağıya 'düşmüştü'. Altın çağ, mazide yaşanmış bir ütopyaydı. Bu kavramın, kadîm Çin'den Yunan'a, oradan modern zamanların Avrupa'sına kadar uzanan serüvenine ayna tutmak, ("medeniyetler ittifakı" ve benzeri) müstakbel ütopyaları değerlendirmek bakımından büyük değer taşıyor. Anlayış'ın Mart sayısındaki yazımı özetliyorum: Çiftçi filozoftan Çinli filozofa Hesiod, milattan önce 8. yüzyıl sonlarında yaşadı, Ssuma Çien ise 2. yüzyılın başlarında. Her ikisi de toplum ve devletlerin tarihsel gelişim yasalarını keşfe çalıştılar. Hesiod'un madenî çağları, ırk temelinde tanımlansa da, manevî ve ahlakî bir bağlama sahip. Kısaca gözden geçirirsek:
Ssu-ma Çien veya Sima Qian, bilge bir vakanüvis. Binlerce yıllık Çin tarihinden çıkardığı temel görüşü şu: Bir toplumsal sistemin (hanedan, devlet, vb.) yükselişine yol açan amiller, düşüşünü de hazırlar. Her devlet bir erdemle yükselir; aynı erdemin içinin boşalmasıyla da çöker. Tuhaf ama, devletin yükselişini hazırlayan erdem, zamanla çöküşü tetikleyen bir hataya dönüşür. Samimiyet kıroluğa, takva hurafeye, incelik kofluğa! Her hanedan muazzam marifet ve erdem sahibi bilge bir hükümdarla başlar, berbat ve yoz bir monarkla son bulur. Çinli tarihçiye göre, tarih çevrimsel olsa da 'mukadder' değildir. Kesintisiz bir gelişme sürecidir ve geçmişin aynı statik altın çağına geri dönüş mümkün değildir. İhya her zaman mümkündür. Küçük çaplı değişimler 30 yılda bir, orta çaplı değişimler 100 yılda bir, büyük değişimlerse 300 yılda bir gerçekleşir.
İlerlemeci Azizin Şehirleri
Saint Augustine, milattan sonra 4. yüzyılın sonlarında yaşadı (354-420). Görüşlerini özetlersek: Zamanın bir başı bir sonu vardır, Tarih bunların arasında yer alır. Baş ve Son, aklın semantik inşâları değil, 'gerçek'tir. Başta, aldatılmamış iki insan yaratıldı ve cennete konuldular. Orada değişim, geçmiş ve gelecek yoktu. Şeytanın ayartmasıyla ebediliği yitirip varoluşa, değişim ve ölüme (Zaman'a) hüküm giydiler! Azizimiz ilerlemecidir. Tarih, doğrusal akıştır. Tarihin çevrimsel görüntüsü, sınırlanmış varoluşumuzun yarattığı görüntüdür sadece. Hakiki tarih, tüm varoluşu aşan ebediyettedir. Bu 'hakiki' tarihe nispetle varoluşsal olay veya çevrimler gür bir nehrin yüzeyindeki dalgalardır. Bunlar çok daha büyük bir planda sapmalardır sadece. Baş ile Son arasında zaman, insanoğluna tövbe imkânı vermek için, bir lütuf olarak bahşedilmiştir. Zamana mahkûm günahkâr insana iki şey verilmiştir: şehvet ve hür irade. Bu ikincisi bir yanılsamadır, çünkü insan kendi başına ancak hatayı irâde edebilir. İnsanın tarihi bu hatadan kurtulma, Hakikate erme mücadelesidir. Beşerî şehirden, İlahî şehre. Fakat insanın kendi başına çabası onu İlahî Şehir'e ulaştırmaz. Bu çaba Tanrı aşkı ile taçlanmalıdır. Romalıların erdemleri muhteşem muzırlıklardı, çünkü Tanrı sevgisinden yoksundular. Geçmiş ve gelecek yoktur; bunlar hâldeki inşâlarımızdır. Üç zaman vardır: Geçmiş şeylerin şimdiki zamanı, şimdiki şeylerin şimdiki zamanı, gelecek şeylerin şimdiki zamanı.
İbn Haldun'un devlet felsefesi
İbn Haldun (1332-1406), modern sosyolojinin ilham perisi. Tarih yazımı dışında yeni bir ilim geliştirdiğinin farkındadır. Umran ilminin amacı insanları taklitten kurtarıp, daha önce olmuş bitmiş olanla, daha sonra olacak olanın anlaşılması konusunda bir bakış açısı kazandırmaktır. Yazılan tarih, olup bitenin yerine geçen ikinci bir gerçeklik alanı oluşturur. Bu gerçeklik ya mevcudu meşrulaştırır, ya reddeder. Mukaddime yazarına göre, Varlık alemi iki kısımdır. Unsurlar alemi (fizik/metafizik); havadis alemi (umran/sosyal bilim). İnsan fizik varlığı ve bireyliği itibariyle birinci aleme aitken; ikinci alem insana aittir. Ancak, havadis alemi insanların tek tek iradeleriyle planlayarak oluşturdukları bir alem değildir. Toplum içinde mevcut olan insanla beraber zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Umran ilmi, havadis aleminin gerisinde bulunan ilkeleri araştırır. Umranın gerçekleşmesi için iki şart: Uygun doğal çevre (coğrafya, tarihin mukaddimesidir); insanî şart: peygamberler ve tebliğleri. Toplumlar iki kategoride var olur: Bedavet (göçebelik), hadaret (yerleşiklik). Göçebe vermeden alır. Hayat tarzı 'biriktirmeye' elverişli değildir. Göçebe, ayakta kalabilmek için dayanışmak zorundadır (asabiye). Asabiye ise hakimiyet doğurur. Güçlenen asabiye, daha fazla güç ve hakimiyet talep eder. Böylece Mülk ve onun kemal evresi olan Devlet oluşur. Mülke ulaşamayan asabiye, zaman içinde yok olur. Asabiye mülkün gerekli şartıdır, yeterli şartı değildir. Yeterli şart hılâldir: ahlâk erdemi. Sadece hükümdarın erdemli olması yetmez. Belirleyici faktör, topyekün asabiye mensuplarının ahlâkî durumudur. İnsan, tabiatının hayvanî kısmıyla daha çok başkalarına karşı varlığını sürdürme çabası içindeyken, insanî tarafıyla da başkalarıyla beraber yaşama gayreti içindedir. Şehevî tarafıyla şerre, nâtık tarafıyla hayra daha yakındır. İnsanda hayra meyil bulunmasaydı devlet oluşmazdı.
Altın Çağ geride olamaz mı?
19. yüzyıl Avrupa aydını, toplumunun başarı ve üstünlüğünden öylesine emindir ki, geride bir altın çağ olmasını akla uygun bulmaz. Hegel'den Marx'a, Comte'dan Spencer'a kadar bütün etkili düşünürler ilerlemecidir. İlerlemecilere göre, geçmiş, hem hayat hem de düşünce düzleminde, bugünden daha kötüdür. Yarın ise mutlaka bugünden daha iyi olacaktır! Kadîm düşünürler, çizgisel düşündükleri zaman bile, çevrimleri dışlamıyorlardı. İlerleme de, bozulma da mümkündü. Hesiod'un tasavvurunda, peşpeşe gelen ırkların niteliğinde giderek bir bozulma var. Ancak, bozulma ilerlemeyi de içeriyor. Mesela bronz ırk, gümüşten daha iyi. Kahramanlar ise bronzlardan ileri. Demir çağla yeni bir talihsizlik dönemi başlıyor. Demir ırk da tümüyle kötü değil. Çalışma sayesinde madden ve mânen zenginleşebilir. İnsanlığın kaderi bozulma içinde ilerleme; kendi kaderine sahip çıkma; tanrıların yarım bıraktığını tamamlama; onların tahtına göz dikme; sırları fazla kurcalayıp belasını bulma; fakat gene de yürümekten geri durmama üzerine kurulu.Saint Augustine'in tarih tezi ise şu üç ilke etrafında örgütleniyordu: Zorunluluk, çatışma, baş ve son. Zorunluluk, Altın Çağa doğru kesintisiz akış. Çatışma, Beşerî Şehir ile İlahî Şehir arasındaki ebedî mücadele. Baş ve Son, Yıkım ve Kurtuluş. "Yeni dünyanın ortaya çıkması için, eskinin ortadan kaldırılması gerek. Yeni dünyaya barış egemen olacak, kimse kimseye muhalefet etmeyecek, kimse sahip olduğundan fazlasını arzu etmeyecektir." (Lütfen dikkat edelim; konuşan Aziz Marx değil, Aziz Augustine'dir!) İbn Haldun'un yıkım ve kurtuluş tahlili çok daha dünyevîdir. Sistemin gücü ve sınırı, onu kuran asabiyenin gücü ile orantılıdır. Devlet, asabiyenin ulaştığı gücün ötesine geçemez. Mülk, tabiatının gerektirdiği şeyleri gerçekleştirdiği zaman olgunluk çağına ulaşmış ve yavaşça yaşlanmaya başlamış demektir. Çünkü imkânlar gerçekleştikten sonra unsurlar varlık sebeplerini yitirirler. Varlığın sağladığı nimetlerden yararlanma varoluşun amacı haline gelince, varlığı sağlayan sebepler aslî amaç ve anlamlarını yitirirler. Sonun başlangıcıdır bu. Çöküşten önce geçici bir ihtişam devresi yaşanır. Devlet gücü, seçkinler yenilikçi, hakkaniyetli ve birlik oldukları müddetçe devam eder. Allah inancı inanan toplumda birlik sağlar, fakat Allah ilke olarak tarihe müdahale etmez! Batılı insanla "medeniyetler ittifakı"nı konuşabilmemiz için ilk şart, ilerlemeci tarih anlayışını terk etmeleridir. Fakat Hegel'den Marx'a, Darwin'den Spencer'a kadar 19. yüzyıl düşünürlerinin fikirleri zihinlerden kazınmadıkça bu mümkün değildir. Ne 20. yüzyılın iki korkunç savaşı, ne o toz duman içinde yazan tarih felsefecilerinin feryadı Batılıları uyandırabildi. Batıcılar ise tam klinik vaka. Şu satırları yazdığım günlerde bile, birkaç yüz Türk bilim adamı Darwin kuramının okullarda yeterince okutulmadığını protesto ediyorlardı. Onların Batı medeniyeti ile ittifaka ihtiyaçları yok. Peşinen teslim olmuşlardır. Hem de 20. yüzyılı hiç anlamadan!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |